Yeraltından Notlar-8
IX
"Evime başın dimdik ve korkmadan, Evimin kadını olarak gir."
Liza tam karşımda duruyordu ve ben şaşkınlıktan perişan bir haldeydim. Bir taraftan gülümsemeye çalışıyor, diğer taraftan da —önceleri sıkıntılı bir anımda düşündüğüm gibi— eski püskü sabahlığımın düğmelerini ilikliyordum. Apollon, bir süre başımızda bekledikten sonra nihayet gitti, ama onun gidişi bile beni rahatlatmadı. Liza'nın şaşkın, karşımda ne yapacağını bilemez hali daha da kötüleştiriyordu bu durumu. Belli ki kız, beni bu şekilde görmeyi beklemiyordu.
Bir çırpıda:
— Otur!., dedim.
Masanın yanındaki sandalyeyi Liza'ya doğru ittim, ben de kanepeye kendimi atar gibi oturdum. Liza öylece oturuyor, sanki benden bir şeyler bekliyordu. Liza'daki bu çocuksu görünüm iyice sinirlerimi bozmuştu, ama kendi
144
mi tutabildim.
Az önce olanlar çok normal şeylermiş, ya da hiçbirini görmemiş gibi davranabilirdi pekâlâ... Ama o... Bu davranışını ona pahalıya ödetecektim, emin değildim ama hissediyordum bunu.
Kekeler gibi, kısık bir sesle:
— Beni çok garip bir halde buldun Liza! dedim.
Kızcağız, birden kızarıverdi. Keşke lafıma bu şekilde başlamasaydım, diye düşündüm ve devam ettim:
— Sakın yanlış anlama!.. Fakirliğimden utandığımı da sanma sakın!.. Tam aksi, ben bununla övünç duyarım. Fakir bir soyluyum ben. Elbette ki insan, fakir ve aynı zamanda soylu olabilir. Eee... Çay içer misin Liza?..
— Hayır.
— Biraz bekler misin?
Odamdan çıkıp Apollon'un yanına gittim. Neresi olduğu önemli değil, oradan uzaklaşmam gerekiyordu. Avucumun içinde sıktığım yedi rubleyi önüne doğru fırlatarak kısık bir sesle ve hızlı hızlı konuştum:
— Apollon!.. İşte aylığım veriyorum. Ama sen de bana yardım etmelisin. Hemen git ve biraz çayla on tane çörek al. Eğer gitmezsen her şeyi berbat etmiş olacaksın. Bu kadını tanımıyorsun!.. O... O, benim en değerli şeyimdir. Belki de kötü şeyler düşünüyorsun, ama bilmiyorsun onun nasıl bir kadın olduğunu!
Apollon gözlüğünü takmış, dikişle uğraşıyordu. Kafasını kaldırmadan yan gözlerle paraya baktı ve işine devam etti.
Tıpkı Napoleon gibi kollarım önümde, bir iki dakika
145kadar bekledim. Şakaklarımdan ter boşanmaya başlamıştı ve suratımın sapsan kesildiğim hissediyordum. Zannediyorum, Apollon halime acımıştı. İğneye ipliği geçirdikten sonra yavaşça ayağa kalktı, sandalyesini masaya doğru itti, gözlüklerini çıkardı ve bana çayın ne 'kadar alınacağını sorduktan sonra yavaş yavaş odadan çıktı.
Liza'nın yanına dönerken, öyle garip bir halim vardı ki, üzerimdeki sabahlıkla dışarı çıkmayı ve sokaklarda öylece koşmayı istedim. Ne olursa olsun!..
Tekrar koltuğa oturdum. Liza, şaşkın bir vaziyette bana bakıyordu. Birkaç dakika hiç konuşmadan öylece oturduk.
Birdenbire masaya bir yumruk indirdim ve:
— Geberteceğim alçağı!., diye bağırdım.
Masaya çok kuvvetli vurmuş olmalıyım ki, üzerindeki mürekkep hokkasından mürekkepler saçıldı ortalığa.
Liza sıçrayarak:
— Aman Tanrım! Neler oluyor? dedi.
Ben ise Liza'nın şaşkınlığı karşısında, "Geberteceğim o alçağı, geberteceğim..." diyerek masayı yumrukluyordum. O anda da yaptıklarımın ne kadar aptalca olduğunun farkındaydım.
— Ah Liza! Bilemezsin, ne canavar bir heriftir o! Bir katilden de beterdir!.. Şimdi çörek almaya gitti.
Konuşurken birdenbire ağlamaya başladım. Bu gözyaşları bana çok büyük utanç veriyordu ama elimde değildi, kendimi tutamıyordum.
Liza, olanlardan korkmuş, etrafımda dönüp dolaşıyordu.
146
— Neler oldu size? Neyiniz var? diye sorular soruyordu.
— Bana biraz su ver, su! İşte şurada!..
Gerçekten bir sinir krizi geçiriyordum, rol yapmıyordum. Fakat su içmeye ihtiyacım da yoktu.
Liza'nın yüzünde çok şaşkın bir ifade vardı. Tam o sırada Apollon da çayı getirmişti. Sonra Apollon'un getirdiği çayın ne kadar kalitesiz olduğunu düşününce bunun, biraz evvel olanlardan çok daha utandırıcı olacağını anladım ve yüzüm kızardı. Apollon, çayı bıraktı ve çıkıp gitti.
Liza'nın gözlerinin içine bakarak:
— Beni küçümsüyorsun, öyle değil mi? diye sordum.
Neler düşündüğünü öylesine merak ediyordum ki, bu merak beni titretmeye başlamıştı. Liza ise utanmış ve tek kelime laf etmemişti.
Öfkeli bir sesle:
— Çayını içsene!.. dedim.
Aslında kızdığım tek kişi kendimdi, ama Liza'dan çıkarmak istiyordum acısını. Öylesine öfkeyle dolmuştum ki, sanki o anda öldürebilirdim Liza'yı. Onunla tek kelime konuşmamaya karar verdim, çünkü her şeye onun sebep olduğunu düşünüyordum.
Beş dakika geçtiği halde ne konuşmuş, ne de çay içmiştik. Sırf Liza'yı zor duruma sokmak için çay içmeme kararı almıştım. Kızcağız ilk hareketi yapmaya cesaret edemiyordu. Birkaç kez yüzüme dikkatlice baktı. İfadesinde şaşkınlık ve üzüntü vardı. Bense hâlâ konuşmuyordum. Yaptığım bütün bu hareketler, bana çok acı çektiriyordu; ama buna rağmen böyle davranmaktan kendimi
147alamıyordum.
Kız, bu sessizliğe bir son vererek:
— Şey... Ben... Oradan tamamen ayrılmak istiyorum, dedi.
Zavallı Liza!... Böyle bir anda, benim gibi bir adama söylenmemesi gereken tek şeyi söylemişti. Liza'daki bu acemilik ve gereksiz içtenlik, benim bile içimi sızlatmıştı. Fakat içimde başka bir ses yükselmiş ve bu hisleri altüst ederek kötülük yapmam için beni itelemeye başlamıştı. Bu düşüncelerle hiç konuşmadan tam beş dakika geçti.
Liza, sandalyesinden kalkarak, korkak bir sesle:
— Sizi daha fazla rahatsız etmeyeyim, dedi.
İncinmiş onurunun verdiği ilk tepkiydi bu, ama beni iyice öfkelendirmişti. Önce bir titreme geçirdim, sonra da öfkeden ne dediğimi bilmez bir halde konuşmaya başladım.
— Neden geldin buraya? Söylesene, neden?
Kendimi kontrol edemiyordum, konuşmaktan tıkanacak hale gelmiştim. Ne söylediğimi bile bilmeden hızlı hızlı konuşuyor, bir an önce her şeyi bitirmek istiyordum.
— Neden geldin buraya, neden? Söylesene!.. Ben sana söyleyeyim neden geldiğini; o gün seninle güzel birkaç laf ettim diye geldin. Çok hoşuna gitti ve şimdi o laflan yine duymak istiyorsun, öyle değil mi? Şunu iyice anla ki, o zaman alay etmiştim seninle, şimdi de ediyorum!.. Neden titriyorsun? Evet, alay ettim! Benden önce evinize gelenler, o gece beni küçük düşürmüşlerdi ve onlardan birini dövmek için gelmiştim oraya. Ama gitmişlerdi, yapamadım. O anda da sen çıktın karşıma; tüm öcümü senden almak, seninle alay etmek istedim. Onlar benimle alay et
148
tiler, ben de seninle ettim. Güçlü olduğumu ispatlamak istedim. İşte her şey böyle... Sen de, oraya seni kurtarmaya geldiğimi düşündün, değil mi?
Liza'nın, söylediklerimin hepsini anlayamayacağını biliyordum ama en azından gerçeği farkederdi. Aynen düşündüğüm gibi oldu. Liza'nın yüzü sapsarı kesildi, konuşmak istiyor ama konuşamıyordu. Sandalyeye yığılıverdi, ağzı açık kalmış, bakışları donuklaşmış, öylece dinliyordu. Sarfettiğim o iğrenç laflar altında ezildiğini görüyordum. Hızlıca ayağa kalktım ve odanın içinde hızlı hızlı yürümeye başladım. Bağıra bağıra:
— Kurtarmak ha!.. Söylesene, nasıl kurtaracağım seni? Senden daha kötü bir durumdayım. O gün sana onca beylik laflar ederken neden, "Madem öyle, sen neden buradasın?" "Tırnağın varsa kendi kafanı kaşı" demedin? O gün birilerine gücümü ispatlamam gerekiyordu ve ben de seni ağlatıp, üzerek bunu gerçekleştirdim. Öylesine yufka yürekli bir adamım ki ben, fazla dayanamayıp sana adresimi verdim. Bu yüzden, daha eve gelmeden kendi kendime kızmaya başlamıştım. Benim yapmak istediğim şey, güzel sözler söyleyip, hayaller kurmaktı; yoksa senden bana ne? Canınız cehenneme hepinizin!.. Kafamı dinlemek istiyorum ben! Bunun için elimden gelen her şeyi yaparım, hem de hiç düşünmeden. Önümde, ya dünya yok olacak ya da sen çaysız kalacaksın diye iki seçenek olsa, ben çay içmeyi tercih ederim, biliyor musun? Ben alçak, beş para etmez, sadece kendini düşünen bir herifim. Tam üç gündür, buraya geleceksin diye ödüm patlıyordu. Beni en çok düşündüren neydi biliyor musun? Buraya geldiğinde karşında bir kahraman değil de sefalet ve pislik içinde yüzen bir herif görmendi. Az önce fakirliğimin utanç vesilesi olmadığım söylemiştim ya, yalandı!.. En çok utandığım şeydir bu; belki bir hırsız olsaydım bile bu kadar utanmazdım. Çok gururlu bir insanım ben, ama şu halim
149le kendimi çıplak gibi hissediyorum ve küçücük bir hava değişimi bile beni mahvediyor... Şu eski püskü, iğrenç kıyafetlerle beni gördüğün için seni asla affetmeyeceğimi anlamış olman gerekirdi. Kurtarıcın olarak gördüğün adam, tıpkı sokak köpekleri gibi uşağının üzerine saldırıyor, uşağı ise onunla alay ediyor!.. Karşında karılar gibi ağladığını için seni hiç affetmeyeceğim ve bunun cezasını çektireceğim. Her şey senin yüzünden oldu. Çünkü ben, dünyadaki solucanların en aptalı, en rezili, en tembeli, en kıskancıyım... Solucanlarla aramda hiçbir fark yok, sadece onlar utanmanın ne olduğunu bilmiyorlar. Bense... Herkesin küçümsediği biriyim. Ne yapayım, böyleyim işte... Senin orada geberip gitmen de hiç umurumda değil. Hiç aklına gelmiyor mu, buraya gelip beni dinlediğin için senden tiksineceğim? İnsan, hayatı boyunca yalnız bir defa içindekileri boşaltır, bunun için de iyice bunalıma girmesi gerekir. Daha ne istiyorsun benden? Bütün olanlardan sonra karşımda nasıl durabiliyorsun? Hadi çek git buradan, hadi!..
Tam o sırada çok tuhaf bir şey oldu.
Her şeyi kitaplardaki gibi kafamda oluşturup planladığım için bu olayın tuhaflığı beni çok şaşırttı.
Rezil ettiğim ve küçümsediğini Liza, beni öylesine iyi anlamıştı ki... Seven bir kadının, kocasının yüzünde hemen farkedeceği şeyi, mutsuzluğumu anlamıştı.
Yüzündeki çekingen, alıngan ifade kaybolmuş, acımayla beraber bir hayret belirmişti. Kendime alçak, namussuz gibi sözler sarfedince ve ağlayınca, (ki, konuşma boyunca ağlamaya devam ettim) Liza da acı içinde yüzünü buruşturuyordu. Bir iki defa yerinden kalkarak beni susturmaya çalıştı. Sözlerimin sonunda, "Hadi git, çek git..!" diye bağırdığım halde, buna aldırmamış gibi görünüyordu. Çok gariptir ki, bana kızmamıştı; kendisini ben
150 •
den aşağı görmesine ve gururunun bu kadar kırılmasına rağmen.
İçindeki hislerin taşmasını engelleyemeyecek bir hale gelmiş olacak ki, ayağa fırladı ve bana doğru atıldı; ama sonra çekingenliğinden, sadece bana doğru ellerim uzattı. Bunlar olup biterken yüreğimin sızladığını, yüzümün kızardığını hissettim. Liza ise boynuma sarılmış, sessizce ağlıyordu. Ben de dizginleri bıraktım elden ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
— İzin vermiyorlar... İyi olamıyorum... diyebildim sadece.
Sonra kendimi kanepeye attım hızlıca ve sinir krizleri geçirerek, yaklaşık on beş dakika ağlamamı sürdürdüm. Liza da yanıma oturmuş ve kollarıyla bana sarılmıştı.
Bu sinir krizi elbette ki bitecekti. (Sizlere utanç verici bir şey anlatacağım şimdi.) Yüzüm eski deri bir yastığa gömülmüş durumda yatarken, içimde bazı şeylerin harekete geçtiğini hissettim. Başımı kaldırıp da Liza'ya bakmak bana çok zor geliyordu, utanıyordum. Neden bilmiyorum, sadece utanıyordum. Duygularım darmadağın olmuştu ve şunları düşünüyordum: "Artık her şey değişti. Şimdi Liza kahraman oldu. Sen de dört gün önce karşında utançtan kıvranan kızın yerindesin..." Bunların hepsi, kanepede yatarken zihnimden geçen şeylerdi.
Aman Tannm, Liza'yı kıskanıyor muydum yoksa?
Bu soruya hâlâ cevap bulamadım, o zaman da üstünkörü geçmiştim. Hayatımın tek gayesi, birilerini ezmek ve sömürmek olmuştu. Fakat düşüncelerle bir şeyleri anlatmak çok zordur. O nedenle en iyisi, üzerinde durmamaktır.
151Kendimi zorlayarak sonunda kafamı kaldırabildim, önünde sonunda yapacaktım bunu. Yüzüne bakmaya utandığım halde, o anda Liza'ya sahip olmak duygusu alevlendi içimde. Gözlerim şehvetle bakmaya başladı ve Liza'nın ellerini sımsıkı tuttum. Ondan nefret ettiğim gibi onu deliler gibi arzuluyordum. Bu iki his birbirine karıştıkça hırçınlığım daha da artıyordu. Liza, önce korkulu bir şaşkınlık anı geçirdi, ama kısa süreli oldu bu. Sonra büyük bir istekle sarıldı bana.
152
Yaklaşık on beş dakika sonra, odamda bir aşağı bir yukarı dolaşırken, arada bir paravana yaklaşarak Liza'ya bakıyordum. Yerde oturmuş, başını da yastığa dayamıştı. Öyle zannediyorum ki, ağlıyordu. Çok fazla sıkılmıştım. Neden kalkıp gitmiyordu ki bu kız?
Her şeyi anlamıştı artık. Korkunç bir biçimde aşağılamıştım onu. Ama bunları anlatmamın ne gereği var ki? Az önceki şehvet anlarının onu tekrar aşağılamayı amaçladığını, içimdeki nefrete artık bir yenisinin daha eklendiğini anlıyordu. Doğrusu şu ki, onu delice kıskandığım için ondan bu denli nefret ediyordum. Buna rağmen onun her şeyi bu netlikte görebildiğinden pek emin değilim. Fakat, benim ne kadar alçak bir herif olduğumu ve hiçbir zaman onu sevemeyeceğimi kesinlikle anlamıştır.
Şundan eminim ki, benim kadar alçak ve namussuz bir herifin, dünyada bir eşinin daha bulunmadığını söyleyecekler. Bununla da kalmayıp Liza'yı sevmenin veya sevgisini kabullenmenin benim için neredeyse zorunluluk olduğunu söyleyecekler. Ben de, "Neden olmazmış?" diye
153karşı çıkacağım onlara. Ya sevmesi imkânsız olan bir insansan ve sevgiyi manevi üstünlük olarak görüp, baskı aracı olduğunu düşünürsen? Ben, hayatım boyunca başka bir sevgi olduğunu düşünmedim. Şu anda da sevgiyi, seven insanın kendisini esir etmesi olarak kabul ediyorum. Yeraltı hayallerimde dahi sevgi, hep hayat kavgasının içindeydi. Kurduğum hayallerde hep nefretle başlamıştır sevgi, sonra da bir manevi zaferle sonuçlanmıştır. Buna rağmen sevdiğim kadını ele geçirdikten sonra bir türlü ne yapacağımı bilemem. O kadar garipsenecek bir şey değil bu. Ruhen öylesine çökmüşüm ki, Liza'nın benden duygusal laflar dinlemek için değil, beni sevdiği için geldiğini farkedememiştim. Kızcağızı da bu nedenle utandırmaya çalışmış, küçük düşürmüştüm. Liza'yı içinde bulunduğu pislikten kurtaracak, onu hayatla barıştıracak tek şey sevgiydi...
Odamda hızlı hızlı dolaşıp, arada bir paravanın arkasındaki Liza'yı süzerken, ondan pek de nefret etmiyordum aslında. Beni en fazla sıkan şey, onun burada bulunmasıydı. Hiç vakit geçirmeden buradan uzaklaşmasını istiyordum. Sonra da yeraltımda huzuru yakalayabilecektim. Gerçek hayata hiç alışamamıştım ve boğulacak derecede bunaltıyordu beni.
Dakikalar geçmişti, ama Liza aynı şekilde baygınmış gibi yatıyordu. Öylesine sabırsızlanmıştım ki, sonunda gidip paravanın kapısını tıklattım. Aniden yerinden fırladı; atkısını, şapkasını ve mantosunu aramaya başladı. Galiba o da hemen uzaklaşmak düşüncesindeydi.'Bir iki dakika geçmemişti ki, yavaş yavaş paravanın arkasından çıktı, hareketsiz bakışlarını üzerime dikti. Dudağımın ucuyla gülümsedim Liza'ya. Zorlama, sırf kibarlık olsun diye yapılan bir gülüştü bu. Sonra da kafamı diğer tarafa çevirdim.
154
Liza, kapıya doğru ilerledi ve:
— Hoşçakal! dedi.
Yanına koştum hemen, elini tutup avuçlarını açtım, sonra içine bir şeyler sıkıştırıp tekrar kapadım. Yüzünü görmemek için hızla arkamı döndüm ve odama doğru ilerledim.
Şimdi bile, bütün bu yaptıklarımı yalanlayacak, aslında bunları istemeden, zoraki yaptığımı söyleyecektim. Fakat yalan söylemek istemiyorum artık... İtiraf ediyorum ki, onun avucunu açıp içine bir şeyler koymayı, sırf acı çeksin diye planlamıştım. Bütün bunları da Liza paravanın arkasında yatarken, ben de odamda dolaşıp dururken kararlaştırmıştım. Fakat şu da var ki, tüm bunlar, içimden gelerek yaptığını şeyler değildi; sırf huysuzluk etmek için yapmıştım. Öylesine yapmacık, hayal ürünü, kitaptan alınma bir huysuzluktu ki bu, ben bile fazla dayanamadım. Az önce yüzünü görmemek için odama kaçmıştım, ama şimdi onu görmek için sabırsızlanıyordum.
Giriş kapısına yaklaşıp kulağımı dayadım. Ürkek bir sesle:
— Liza!.. Liza!.. diye fısıldadım.
Cevap gelmedi. Aşağı katlardan ayak sesleri duyar gibi oldum ve sesimi yükselterek:
— Liza!.. diye bağırdım.
Yine cevap gelmedi. O anda aşağıdaki camlı sokak kapısının yavaş yavaş açıldığı, sonra da sertçe kapandığı sesi geldi kulaklarıma. Merdiven aralığından bir uğultu yükselmeye başlamıştı.
Gitmişti. Dalgın bir vaziyette odama döndüğümde sıkıntıdan boğulacak hale gelmiştim.
155Masanın önünde, Liza'nın az önce oturduğu sandalyenin yanında oturmuş, anlamsız bakışlarımı, öylesine yere dikmiştim. Bir süre böyle kaldıktan sonra, birden sıçrayıverdim. Masanın üzerinde, az önce Liza'nın avucuna sıkıştırdığım mavi, buruşuk beş ruble duruyordu. Bu, o beş rublelikti. Evde aynından başka yoktu. Ben odama doğru hızla ilerlerken Liza da bu parayı masaya fırlatmıştı demekki.
Onun böyle bir şey yapacağını tahmin etmeliydim. Ama hiç de düşünemedim böyle bir şeyi... Öylesine bencil bir insan olmuştum ki, insanları önemsememem yüzünden, Liza'nın böyle bir şey yapabileceğini hiç de düşünememiştim. Buna tahammül edemedim. Telaşla üzerimi giyinmeye başladım ve sonra da kendimi dışarıda buldum birden. Liza, en fazla iki yüz adım uzakta olabilirdi.
Cadde çok sessizdi. Dimdik düşen kar taneleri, yollan ve kaldırımları bir yorgan gibi örtüyordu. Tek bir insan bile görünmüyordu, ses namına da hiçbir şey yoktu. Sokak fenerleri boş yere, üzüntülü bir şekilde göz kırpıyorlardı. Büyük kavşağa kadar hızlı adımlarla yürüdükten sonra birden durdum. Acaba ne tarafa gitmişti? Üstelik, ben neden peşinden koşuyordum?
Neden? Ayaklarına kapanıp ağlayacak, affetmesini mi isteyecektim? O anda gerçekten de bunları yapmak istiyordum. Yüreğim sızlıyordu. O anı hatırladıkça, şimdi bile aynı şeyleri hissediyordum. "Fakat ne işe yarar ki?" diye düşünmeye başladım sonra. Ayaklarına kapanıp yalvardığını için ertesi gün ondan nefret etmeye başlayacaktım. Onu mutlu edebilecek miydim? Neredeyse yüzüncü defa, nasıl bir insan olduğumu anladım. Kızcağızın hayatını zehir edecektim.
Yağmaya devam eden karın altında, gözlerimi
156
uzaklara dikmiş, bunları düşünüyordum.
Çok geçmemişti ki, kendime yeni düşler bulmuştum bile ve bunlar da acımı hafifletiyordu. "Aşağılanmış bir şekilde gitmesi daha iyi oldu. Aşağılanma gibi bir duygunun, insanın ruhuna acı çektirdiği gibi şereflendireceğini de kim kabullenmez? Kısa süre sonra zaten kalbini kıracaktım. Fakat bu durumda, kalbindeki bu acı hiç silinmeyecek, içine düştüğü pislik ne olursa olsun onu kurtaracak ve kini ruhunu temizleyecektir. Peki ama, bu ne işe yarar ki?"
Burada şöyle bir soru geliyor aklıma: Ucuz bir mutluluk mu, yoksa insanın ruhunu yücelten acı mı daha iyidir? Evet, hangisi iyidir?
Bütün bu düşünceler, o gece üzerime çullanmışlardı; yorgun, bıkkın ve usanç dolu o gecede. Hayatım boyunca hiç böylesine acı hissetmemiştim. Evden hızlıca çıkıp Liza'ya doğru koşarken, yarı yoldan geri döneceğimi düşünememiş miydim?
Liza'yı bir daha hiç görmedim. Daha sonra neler yaptı bilmiyorum. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim: O günlerde üzüntüden neredeyse hasta olup yataklara düşecekken, aşağılanma ve nefret duygusunun insana kazandırdıklarını düşünerek teselli buldum.
Bütün bu yaşananla rınüzerinden çok fazla zaman geçti; ama hâlâ ruhumdaki izleri silinmedi. Geçmişe dair birçok anı üşüşüyor zihnime ama... Ama, bu kadarı yeterlidir diye düşünüyorum. Öyle sanıyorum ki, bu notları yazmakla da büyük hata işledim. En azından bu hikâyeyi yazarken, büyük bir utanç duydum. Bu durumda benim yaptığım edebiyat değil, sadece günahının bedelini ödemek.
Daracık dünyamda, insanlardan kopuk, manevi ola
157rak çürümüş, yeraltında kinimle başbaşa nasıl boğuştuğumu anlatmak pek de hoş olmasa gerek. Üstelik romanların bir kahramanı olur, bense bir kahramanın taşımaması gereken tüm özellikleri taşıyorum. Bizim gibi insanları anlamanın en kolay yolu budur. Bizler, yaşama yabancılaşmış, zorla yürüyen insanlar olduğumuzdan dolayı bu yazdıklarım etkili olacaktır. Üstelik gerçek hayata öylesine yabancılaşmışız ki, adını bile duymak istemeyiz. Bunda da o kadar ileri gideriz ki, gerçek hayatı ancak kitaplardan öğrenebileceğimize inanırız.
Peki ama, neden bazen olmadık hareketler yapıp, aptalca arzular peşinde koştururuz? Bunun nedenini biz bile bilmiyoruz. Üstelik, bu olmadık isteklerimiz gerçekleştiğinde en çok zararı görecek olan da bizizdir. Sırf denemek için içimizden birinin bağlarını çözüp, esaretim kaldırarak özgürlüğe kavuştursanız bile, o yine esaret altına girmek isteyecektir. Eminim ki, bu yazdıklarımı okuduğunuzda kızgınlıktan ayaklarmızı yerlere vuracak ve:
— Siz, kendi rezil hayatınızdan, kendi yeraltınızdan bahsedin. Hepimizi karıştırmayın bu işe! diye bağıracaksınız.
Hepinizi bu işin içine katarak kendimi kurtarmaya çalışıyorum. Ben, sizlerin yarım yamalak bıraktığı şeyleri sonuna kadar götürdüm. Sizler, korkaklığınıza "ölçülü davranış" kılıfını geçirip, onunla teselli buluyorsunuz. Şu halde, sizlerden daha gerçek bir hayat sürüyorum ben.
Şöyle bir düşünün bakalım, bizler "canlı"nın nerede olduğunu, nasıl bir şey olduğunu, nasıl ifade edildiğini bile bilmiyoruz. Kitaplarımızı elimizden alsalar, öylece ortada kalakalacağız. Sonra da kimi sevip kime kızacağımızı, kimden uzaklaşıp kime yaklaşacağımızı, hiçbir şeyi bilemeyiz.
Etiyle, kemiğiyle gerçek bir insan olmak, bizim için o kadar zordur ki!.. Utanıyor, ayıp kabul ediyoruz bunu. "Ortalama insan" denebilecek, belirsiz bir tip olmaya çalışıyoruz. Gerçekte, bizlerin yaşadığını söylemek pek mümkün değil, uzun bir zamandan beri canlı olmayan babalardan meydana geliyoruz ve bunu zamanla sevmeye de başlıyoruz. Öyle ki, eğer başarabilsek, düşüncelerden doğmayı bile kabul ederiz.
Bu kadar yeter artık. Bir daha "Yeraltı"ndan bir şey yazmayı düşünmüyorum.
Fakat çelişkilerle dolu, hasta ruhlu bu insanın notlan bu kadar değil elbette. Daha fazla dayanamadığı için yazmıştı bunlan. Biz ise artık burada bir nokta koymalıyız sanırım.
0 yorum:
Yorum Gönder