Lit 281-"Turkish Society and Culture" / Ders Notları- Giriş
Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar Elif Şafak Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat bölümde ders veriyormuş. Karşılaştırmalı Edebiyatın duayeni Murat Belge ile LIT 281 kodlu "Turkish Society and Culture" başlıklı bir ders de bunlardan biriymiş.
Bu nadide dersi alabilmiş bir kaç şanslı insan varmış. İşte şimdi dersi kendisi olmasa da notları Karşılaştırmalı Edebiyat.com'da! Herkes okusun, bilsin, faydalansın. Ders notu arıyordum diyenler sevinsin :)
Giriş ile başlıyoruz...
Giriş
Bir devletin veya bir medeniyetin tarihini araştırmak isteyenlerin en büyük güçlüklerle karşılaştığı dönem, kuruluş
ve ilk oluşum dönemidir. Çünkü eldeki bilginin en azı, en güvenilmezi v.b., bu dönem üstüne olanıdır.
Ansiklopedide eski çağlarda yaşamış bir sanatçının, düşünürün maddesine baktığınızda, çok zaman ölüm yılının
kesin bilinmesine rağmen doğum tarihinin tahminî olduğunu görürsünüz. Ölene kadar ün kazandığı için bu tarih
artık kaydedilmiştir, ama doğuşta durum aynı değildir. Bu kurallar bireyler kadar devletler ve medeniyetler için de
geçerlidir. Yeni kurulan bir yapı... muhtemelen birçok benzeri var... Çoğu çağdaşı ciddiye alıp kaydını tutmaz;
kendisi, henüz kendi belgelerini üretip saklayacak kadar sofistike olmamıştır. Dolayısıyla, bu son derece kritik
dönemde olup bitenler hakkında gerçekçi bir fikir edinmek çok zordur, tarihçiyi çok uğraştırır.
Bu durum, Osmanlı devletinin kuruluşu için de tamamen geçerlidir. Sencer Divitçioğlu, Osmanlı Beyliğinin
Kuruluşu adlı kitabının önsözünde bu dönemle ilgilenmiş çeşitli yerli ve yabancı tarihçileri andıktan sonra, ama,
diyor, "bu tarihçilerden hiçbiri size Osmanlı toplumunun doğrularını gösterip tam olarak anlatamayacak.
Anlatamayacak; çünkü, ilk Osmanlı tarihleri (Tevarih-i Âl-i Osman) ancak 15. yüzyılda, Ahmedî, Şükrullah, Oruç,
Âşıkpaşazade ve Anonim yazarının kronikleriyle ortaya çıkmıştır; kuruluş döneminden, aşağı-yukarı, bir yüzyıl
sonra."
Evet, durum aynen Divitçioğlu'nun belirttiği gibidir. Bir yüzyıl sonra yazılmış "tarih”lere, terimin bugünkü
anlamıyla, ne kadar "tarih" deneceği ayrıca tartışılır (ve tartışacağız); hele tarihin o çağlarında şüphesiz, efsane
yanı ağır basar. Ancak şununla avunabiliriz ki (gene Divitçioğlu'nun ima ettiği gibi) tam o sırada yazılmış metinler
olsa, bunlarda da "efsane" tarzından uzaklaşmamız mümkün olmazdı.
Oysa, 1299 ya da 1300 olarak kabul edilen bu "kuruluş tarihi" üstüne, hattâ ondan önce olup bitmiş olaylar
hakkında birçok şey okuduk. Bu okuduklarımız ve okulda bize anlatılanlar, kesinleşmiş bilgi değil miydi, diye
sorabilirsiniz. Sormasanız da ben sormuş sayıp cevap vereyim.
İlkin, genel olarak, "kesinleşmiş bilgi" diye bir şey, hele tarih alanında, hiçbir zaman mümkün değildir. Tarih
hakkında bildiklerimizde her zaman "varsayım" özelliği ağır basar. Her yeni bilgi, öncekilerin yeniden
değerlendirilmesini, sağlanmasını ve anlamlandırılmasını gerektirir.
Ama Osmanlı devletinin kuruluşuna ilişkin bilgiler bu genel çerçeve için geçerli olandan da farklıdır: yani, bunların
"bilgi" niteliği çok daha azdır, bilgi olarak sunuluşunda ideolojik öğelerin oranı çok daha fazladır v.b. Dolayısıyla,
okuduklarımızdan aklımızda kalmış bütün bu bilgileri şöyle bir sarsmamız, neyin ne olduğunu yeniden görmeye
çalışmamız gerekecek.
Osmanlılar'ın "Kayı boyundan" geldiğini okumuşsunuzdur. Bu iddia, iki önemli tarihçi olan Fuat Köprülü ile Zeki
Velidi Togan arasında -çözülmemiş- bir tartışmanın nesnesiydi. Aşiretinin başında Anadolu'ya gelirken Fırat'ı atla
geçme çabası sırasında nehirde boğulup ölen Süleyman Şah vardı, hani? Sencer Divitçioğlu şöyle diyor:
"Osmanlı'nın atası Süleymanşah aslında, 1075-1086 yılları arasında İznik'te hüküm süren... Kutalmış oğlu
Süleymanşah'ın efsaneyle diriltilen suretidir"...
Demek asıl Süleymanşah da epey eskide kalıyor ve Ertuğrul'un bu adda bir babası olup olmadığı gerçekten
bilinmiyor. Ama onun oğlu Ertuğrul (Ertugrıl, Ertoğril v.b.) Bey’i biliyoruz.
Evet, onun yaşamış olduğuna ve Osman'ın babası olduğuna dair kanıtlar çok daha fazla ve inandırıcı. Ama bu da,
bazı soru işaretlerine, bazı şüphelere engel değil. Osman Bey’in babasının Ertuğrul Bey olduğu bir sikkede yazılı ve
bu şüphesiz sağlam bir bilgi. Ama Ertuğrul'un nasıl biri olduğunu, neyi amaçladığını, oğluyla fikir birliği içinde olup
olmadığını, Dündar adında bir kardeşi varsa -ki var gibi görünüyor- onunla ilişkisinin ne olduğunu bilmiyoruz.
Çünkü bu konularda bilgi ve kaynak yok. Olan yakın tarihli kaynaklar ise, sözgelişi, Ertuğrul'un düş görüp suret
değiştirip uçarak "doğru Konya'ya" vardığını da anlatırlar.
Geliyoruz hanedanın kurucusu Osman Bey'e. Onunla ilgili en çok bildiğiniz şey de bir rüyadır: karnından çıkıp
büyüyen, geleceğin koca imparatorluğunu temsil eden muazzam ağaç! Örneğin Tarık Buğra gibi bir romancı bile
bu efsane öğesini romanına almayı ihmal etmemiştir (Osmancık, 106-8).
İyi de, bu hikâyeyi gördüğümüz ilk kaynak Âşıkpaşazade tarihidir - yani bir yüzyıldan fazla bir zaman sonra
yazılmıştır. Ondan sonra habire tekrarlanır. Bu da şüphesiz anlaşılır bir şeydir: Osmanlı devletinin manevi onayıdır.
Yalnız, kaynakların çoğunda, Edebali'nin kızı Bâlâ Hatun'dur ve Osman Bey’in ondan olan oğlu Alaeddin Bey'dir.
Maveradan kaynaklanan rüyadaki çınar, herhalde hanedanın padişah (ya da o zaman "bey") olmuş üyelerini
kapsamalıydı. Oysa Osman'dan sonra bey olan Orhan'ın annesi Mal Hatun'dur. Bazı kaynaklarda Ede Balî'nin kızı
da Mal ya da Malhun Hatun olarak anılıyor. Ama Orhan Bey’in annesi Mal Hatun'un babasının adının "Ömer Bey"
(bu, "Umur Bey" de olabilir - alfabe konusu) olduğunu biliyoruz!
Kısacası, başta dediğim gibi, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarında olanlar hakkında bilgimiz bir hayli az - olan bilgi de pek güvenilir değil. Bize "tarih" diye sunulmuş her şeyden şüphelenmemiz gerekiyor - en hafif deyimle.
0 yorum:
Yorum Gönder