24 Aralık 2008 Çarşamba

"Turkish Society and Culture" / Birinci Bölüm-2



Turancılar arasında Moğol-Türk akrabalığı konusu devamlı tartışılır. Sanırım geçmişteki parlaklığımız içinde Cengiz'i
de görmekten vazgeçmeyen kesim Moğollar’la akrabalığımızı savunmaktadır. Köprülü ise "Türkiye Türkçülüğü"
yapmaktan yanaydı. Togan'ın "Kayı”larını kesin bir dille reddeder: "... Iorga, Marquart, Gibbons gibi birtakım garp
alimlerini de şaşırtan, hattâ, bu hususta ileri sürdüğümüz tenkitlerin alâkalı garp tarihçileri tarafından kabulünden
sonra bile, yukarıda gösterdiğimiz veçhile, Z. V. Togan tarafından -mahiyet ve kıymetleri her bakımdan çok
şüpheli bazı kaynaklara dayanılarak- tekrar canlandırılmak istenen bu masalların, Kayı muhaceratı meselesini
aydınlatamayacağı, artık iyiden iyiye anlaşılmıştır" (Osmanlıİmparatorluğu'nun Kuruluşu, 254-5).


Ama Köprülü, Wittek'e karşı, Moğol değil de Oğuz bir Kayı oymağı olduğunu ve Osmanlılar'ın bu soydan geldiğini
savunur. Bunu yaparken, bir yandan da, bu kabile konusunun aslında hiç önemli olmadığını söyler.
Bütün bunların anlamı ne olabilir? Gördüğünüz gibi, bazan tarihçileri anlamak, en azından tarihi anlamak kadar
güç bir iş.
Wittek, "kabile" yapısının "dışlayıcı" olduğunu düşündüğü için bu "Kayı" iddiasının temelsiz olduğuna inanıyordu.
Evet, bu konuda yazıya geçmiş kayıtları ilkin II. Murad döneminde, yani 15. yüzyılda görüyoruz. Bundan önce
Osmanlılar kendilerinin Kayı soyundan olduğunu iddia etmemişler. Bu bakımdan Wittek'in hakkı var, ama Wittek'in
bununla varmak istediği bir yer de var (ona az sonra geleyim).
Köprülü ise bir yandan Moğollar’la akraba çıkmamak için Togan'a itiraz ediyor, bir yandan da Oğuz, yani Türk
olduğu kanıtlanmış (üstelik, Oğuzlar içinde prestiji de olan) bir Kayı oymağına itiraz etmiyor. Çünkü Köprülü,
Birinci Dünya Savaşı sonrasının milliyetçilik ve millî-devletler döneminde yaşamış, bu ortamdan doğal olarak
etkilenmiş bir tarihçi. Bu sıralarda bütün "millet”lerin aydın sözcüleri, soylarının "devlet" kuracak kadar "olgun"
olduğunun kanıtlarını tarihte bulmaya çalışıyor. Bu anlayışın, Köprülü'nün bir tarihçi olarak çabasını belirlememesi
mümkün değildi. Öte yandan, aklı başında, iyi bir tarihçi olarak, bu "kabile" sorununu pek fazla öne çıkarmanın
doğru olmadığını da çok iyi anlıyordu: "... Osmanlı Devleti’nin bu kuruluş hadisesinde, bu küçük etnik çekirdeğin
hiçbir rol oynayamaması pek tabiîdir ve işte bundan dolayıdır ki, Osmanlı Devleti, siyasî tekâmülünün ilk
safhalarında bile, asla tribalbir mahiyet göstermemiştir" (Ibid, 307).
Yani, kurulan devletin kökeninde karışmamış "Türk" olduğunu gösterdiği ölçüde, Moğolluk'tan arınmış Kayı oymağı
Köprülü'nün de işine geliyor; ama kurulan devletin başarısını böyle bir kabile yapısına bağlamanın akıl kârı
olmadığını bildiği için, "bu kadarıyla yetinelim" diyor.
"GAZA" VE "KABİLE"
Wittek "kabile"nin "dışlayıcı" olduğunu söylerken ne demek istiyor?
Geleneksel kabile "kan bağı" temeli üstünde biçimlenmiş bir toplumsal birimdir. Evlenme kuralları, nereden kız
alınır, kime kız verilir v.b., kabilenin en katı kurallarını oluşturur. Bu bakımdan kabile, böyle kurallar çerçevesinde
içine kapalı ve dolayısıyla "dışlayıcı" bir yapıdır. Oysa Wittek, Osmanlı devletinin kuruluşunda, bu işi
gerçekleştirenlerin "gaza" ruhuyla (şimdi bunu da açıklamamız gerekiyor) hareket eden insanlar olduklarını ve bu
durumda kabile kurallarına bağlı kalmaksızın, İslâm'ı benimseyenleri aralarına kabul edeceklerini ileri sürüyor.
"Gaza" Osmanlı kuruluşunu inceleyen herkesin bir şekilde, bir yerinden takılmak zorunda olduğu kavramlardan bir
başkası.
En kısa ve kestirme tanımıyla "gaza", İslâm'da, "din uğuruna girişilen savaş" anlamına gelir. Bilindiği gibi bir
Müslüman, "hak dini" olan İslâmiyet'i bütün dünyaya yaymakla yükümlüdür. Bu hedef, doğal olarak çok zaman
savaş gerektirecek veya böyle sonuçlar üreten bir savaş da "gaza" olacaktır (yani, "gaza" yalnız "korunmak" için
yapılmış bir savaşı içermez; bundan çok, İslâmiyet'i yayma çabasını anlatır). İslâm'ın doğduğu yıllardan sonra kısa
zamanda büyük bir hızla yayıldığını biliyoruz. Bu, "gaza"nın da epey parlak bir örneğiydi. Ama bu etkinlik elbette ki
bir süreklilik kazanamazdı. On üçüncü yüzyılın sonunda, Anadolu'nun özellikle Bizans'a komşu bölgelerinde
yeniden uyanan bir "gaza ruhu" olduğunu sanırım söyleyebiliriz.
"Gaza" kaçınılmaz olarak savaşla içiçe gider ama yalnız savaştan ibaret olamaz. Şöyle anlatayım: "gaza", henüz
İslâm'ı tanımamış insanlara İslâm'ın üstünlüklerini göstermeyi içerir. Dolayısıyla, en azından teoride, ikna olan ve
Müslüman olmak isteyenlerin olacağını varsayar. O halde, "gaza"yı yürüten topluluk, kendi yapısı içinde, bu
insanlara da yer bulmalıdır. Wittek'in söylediği bu: "kabile", belirli kurallar içinde evlenerek "kandaş" olan,
dolayısıyla bunun dışındakilere kapalı bir toplumsal birim, oysa gazâ için mücadele edenler ikna ettiklerini de kendi
saflarına katacak biçimde yapılaşmış olmalılar.
Wittek de bu teziyle bir bakıma Osmanlı düzeninin bu aşamada kendine katılanlarla güçlenip geliştiğini söylemiş
oluyor, ama bunu Gibbons gibi, Türkler’i küçümsemek üzere yapmıyor. Ayrıca, mantıklı bir şey söylüyor.
Elimizdeki kayıtlarda, bunun çok fazla somut ve bireysel örneğini bulamıyoruz: bilinen klasik örnek, Köse Mihal.

Ünlü akıncı beylerinden Evrenos'un da Bizans kökenli olduğu düşünülüyor. Başka kayıt yok, ama sırf sayılara baksak, Osmanlılar'a katılan pek çok kişi olması gerektiği sonucuna varmamız çok zor olmaz. Ama bu bir teori. Aslında aynı ögeleri kullanarak tamamen farklı bir teori "yapmak" da mümkün. Yunan Bizantolog George Arnakis "gazâ" kavramına karşı çıktı: "gazâ mı yapıyorlardı, yağma mı?" sorusunu sordu. Tahmin edeceğiniz gibi, tercih ettiği cevap ikincisiydi. Bu da bir önyargı mı, Türkler’i "haydutlaştırma" çabası mı? Kısmen, belki, ama tamamen değil; çünkü Arnakis'e göre tam da bu nedenden ötürü birçok Bizanslı'nın onlara katılması mümkün olmuştu. Arnakis iki kavrama, Wittek'in tam karşıtı değerler yüklüyordu. Erken Osmanlılar "gazâ" yapıyor olsalar Bizanslı gavurları yanlarına kabul etmezlerdi, başka Müslüman-Türkler'le savaşmazlardı, egemen oldukları gayrımüslim köylüleri müslimleştirmek için zorlarlardı v.b. Bunların hiçbiri böyle olmamıştı. Öte yandan, o koşullarda "kabile", Wittek'in dediği gibi "kapalı" olmak zorunda değildi. Sonuçta Arnakis "kabile" ve "gazâ"nın yerini değiştirdi, ama özünde Wittek'in tezini doğruladı.
Wittek-Arnakis çizgisiyle önem kazanan "gaza/kabile" tartışmasına 1980’lerde Rudi P. Lindner de katılır. Lindner'e göre de Wittek'in "kabile" anlayışı eski ve dolayısıyla yanıltıcıdır. Wittek, on beşinci yüzyılda çıkarılan Osmanlı şecerelerini ele almış, sıkı kabile kuralları belirleyici olsa böyle keyfi şecereler uydurulamayacağını savunmuş ve bunu zaten aklına yatan "gaza" açıklamasına bir kanıt (ama önemli bir kanıt) olarak eklemişti. Ama Lindner de "kabile"nin değil, asıl "gaza" ideolojisinin dışlayıcı olduğunu (Arnakis'ten sonra) tekrarlayarak Wittek'e karşı çıkar. Bu noktada, Cemal Kafadar'dan uzunca bir alıntı, tartışmanın mahiyetini ve hedeflerini zihnimizde biraz daha açıp neyin nerede olduğunu daha iyi görmemize yardımcı olabilir:
Yöntemsel açıdan, can alıcı sorun, Osmanlı devletinin doğuşunu incelerken dikkatimizi Bitinya'daki yerel koşullar üzerinde mi odaklamamız, yoksa erken Osmanlılar'ı bundan çok daha geniş olan İslâm ve Anadolu-Türk gelenekleri içinde mi ele almamız gerektiği sorunudur; ikinciye yer verdiğimizde, birincinin geçersiz saydığı on beşinci yüzyıl Osmanlı kaynaklarından da bir ölçüde yararlanabiliriz. Bu konuya karşı aldığı tavır gereği, incelemeci iki şeyden birine ağırlık vermek durumunda kalacaktır: ya Bizans'ın çürümesine ve bu durumun erken Osmanlılar açısından yarattığı imkânlara ya da Türk-İslâm mirasının yaratıcılık yeteneğine. Bu iki alternatifin birbirini dışlaması gerektiğini ileri sürmek, ancak ideolojik gerekçelerle mümkün olacak bir şeydir. Ne var ki, konuyu inceleyenlerin çoğu, dar kapsamlı 'Bitinya koşulları' bakış açısı ile daha geniş Türk-İslâm gelenekleri bağlamını birleştirmek yerine, Osmanlı devletini "özünde" kimin, "Avrupalı" mı, yoksa "Asyalı" bir halkın mı kurduğu sorusuna saplanıp kalmış görünüyorlar. Wittek ötekilerden biraz daha esnekti, çünkü Osmanlılar'ın gazi geleneklerinin mirasçısı olduğunu söylerken Bizans'ın Bitinya'daki çöküntüsünü, Bizans uyruklarının karşı kamplara geçme eğilimlerini resmetmekten geri kalmıyordu; ama sonuçta her şeyden önce "cihad ideolojisi"ne öncelik vermesi öteki etkenlerin ciddi bir şekilde tartışılmasını engelledi (Kafadar, 43).
Bunlar hepsi, bu arada Wittek'e yönelen son eleştiri dahil, doğru. Aslında Köprülü bu tür tek kaynağa indirgenmiş
açıklamalara hep karşı çıkmıştı.
"Kötü tarihçi"yi "iyi tarihçi"den ayıran çizgi "olanı anlamak" ile "anlamak istediğini anlamak" arasından geçer.
Gelgelelim, bunun ilk tarafında epey bir kalabalık toplanmışken, ikinci tarafta rahat rahat, babasının arsasıymış
gibi duran hiç kimse olmadığını da söyleyebiliriz. Olsa olsa, büyük kalabalıktan ayrılıp oraya daha yakın duranlar
vardır. Köprülü'nün de belirli durumlarda "olan"ı biraz fazlasıyla "anlamak istediği gibi" anladığını görmüştük; gene
de, Köprülü "hikâyeci" (narrative) dediği tarih anlayışına getirdiği eleştiriye uyarak, çizginin "iyi tarihçi" tarafına
oldukça yakın durmaktadır.
Başta dediğim gibi, zor bir dönemi araştırıyoruz. Zor, çünkü güvenilir (burada daha çok "çağdaş", yani "olayın
yazıldığı dönemde yazılmış" anlamında) kaynak yok gibi bir şey. Gene Köprülü'ye başvuralım:
Bugün elimizde bulunan menbalara dayanarak alelâde bir historiographie gibi, meselâ Osmanlı devrinin vakalarını sene sene kaydeden bir yıllık yazmaya teşebbüs edecek olursak, buna maddeten imkân bulunmadığını söyleyebiliriz; çünkü Osmanlı kroniklerinin buna verdiği vusûk derecesi tamamiyle şüpheli malûmatı kontrol edebilecek hiçbir vasıtaya mâlik değiliz; bu hususta ne Bizans ve Arap menbalarında, ne resmî vesikalarda, ne kitabelerde hiçbir şey yoktur (Köprülü, Osmanlı, 65).

0 yorum:

Site Hakkında...

Karşılaştırmalı Edebiyat şimdiye kadar
kez ziyaret edildi. İlginize teşekkür ederiz ::
© 2006-2010 9Kare.Net Yazı İşleri Ürünüdür :: iletişim ::
Resized Header Image Copyright © DHester by freewebpageheaders.com

© Blogger templates The Professional Template Tasarım: Ourblogtemplates.com 2008


PageRank Checking Icon

Takipçilerimiz