Yeraltından Notlar-3
X
Siz, sonsuza dek varlığını sürdürecek bir sırça saraya inanıyorsunuz; gizlice de olsa dil çıkarıp nanik yapamayacağınız bir saray... Bense sonsuz olduğundan, sırçadan olduğundan ve gönlümce hiç nanik yapamayacağımdan dolayı korkarım bu saraydan.
Yağmur yağarken saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya girerim belki; ama kümesi de, beni yağmurdan koruduğu için saray olarak göremem. Şimdi gülerek, böyle bir durumda sarayla kümes arasında bir fark olmayacağını söylüyorsunuz. Evet, eğer yaşam gayemiz ıslanmamak olsaydı, size katılırdım.
Ben, yaşadıktan sonra, hayatının saraylarda geçmesini isteyenlerdenim; aslında yaşamın bundan ibaret olmadığını bildiğim halde. Benim istediğim şey budur artık. Bu istekten kurtulmamı istiyorsanız, benim hedefimi değiştirmelisiniz. Kabul ediyorum, isteğimi değiştirip gözümü başka şeylerle kamaştırın, başka bir hedef gösterin bana. Ama bunları yapana kadar da kümesi saray olarak görmeyi beklemeyin benden. Sırça saray uydurma olabi
47lir; doğa kanunlarına uymayan bu hayali, aptallığımdan, insanlara özgü eskimiş, saçma alışkanlıklara uyarak ben uydurmuş olabilirim. Sırça sarayın gerçekte olup olmaması beni ilgilendirmiyor. Kişisel isteklerimde onu buluyorsam, daha doğrusu isteklerim varoldukça o da varsa, gerisi önemli değil benim için. İstediğiniz kadar gülün; ben alaylara katlanırım da, açken "karnım tok" diyemem. Ben, doğa kanunlarında varolduğunu bildiğim kısır döngüyle yetinemeyeceğimi ve uyuşamayacağımı biliyorum. Yoksul kiracılarla bin yıllık sözleşme yapılmış, kapısında her ihtimale karşı Wagenheim'ın tabelası bulunan bir binayı, biricik hedefim olarak göremem elbette. İsteklerimi yok ettiğiniz, ideallerimi değiştirdiğiniz ve bana daha iyi hedefler gösterdiğiniz zaman peşinizden gelirim ancak. "Üzerinde durmaya değmez" dediğiniz an, ben de size aynı cevabı veririm. Ben sizinle önemli meseleler konuşurken, siz beni dikkate almıyorsanız, öyle olsun, yalvaracak değilim. Benim yeraltım bana yeter.
Kendi isteklerimle yaşayabildiğim sürece, kurduğunuz yapıya tek bir tuğla koyarsam kahrolayım. Az önce, nanik yapamadığım için sırça sarayı reddettiğime bakmayın siz. Nanik yapmaya bayıldığım için söylemedim bunu. Belki de, bir tek nanik yapacak yapınız olmaması beni kızdırmıştı. Dil çıkartılmayacak şekilde çevreyi düzeltin, o zaman şükran duygularımı belirtmek için dilimi bile keserim. İnsanların nerelerde oturduğundan ve bu evlerin yapısından bana ne? Neden böyle isteklerle yaratılmışım ben? Acaba yaratılış sebebim, var lığımınbir yalandan ibaret olduğunu anlamak mıdır? Bütün amacım bu mu? İnanmam.
Size şunu söyleyeyim ki, benim gibi yeraltı adamlarını sıkı kontrol etmek gerek. Kırk yıl yeraltında sesimizi çıkarmayız da, bir fırsatını bulur yeryüzüne çıkarsak, kimse daha susturamaz bizi.
48
XI
Ulaştığımız sonuç şu, değerli okuyucularım: En iyisi hiçbir şey yapmamak! En iyi şey, bir köşeye çekilip seyirci kalmaktır. Bu nedenle diyorum ki, yaşasın yeraltı! Az önce yeryüzünde yaşayan insanları ölesiye kıskandığımı söylemiştim, ama yine de onların yerinde olmak istemem. (Kıskanmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim elbette, ama hayır, hayır, ne olursa olsun yeraltı daha kazançlı!) Hiç olmazsa orada insan... Eeeh! Şimdi bile yalan söylüyorum. Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, özlemini çektiğim başka bir şey olduğunu iki kere ikinin dört etmesi gibi biliyorum. Yeraltının cehenneme kadar yolu var!
Ah! Şuraya yazdıklarıma bir inansam! Baylar, yejmin ederim, bunların tek kelimesine bile inanmıyorum. İşin aslı, belki inanıyorum, fakat bir taraftan da sözlerimin yalan olduğunu hissediyorum nedense ve meraklar j içerisinde kıvranıyorum.
— Madem öyle, neden yazıyorsun bunlan? diyecek
siniz.
49— Hiçbir işiniz olmadan sizi yeraltına sokup, kırk yıl sonra "Ne durumdasınız?" diye sormaya gelsem, siz ne cevap verirdiniz? Hiç insan, işsiz bir şekilde, kırk yıl, tek başına bırakılır mı?
Belki de, beni küçümser bir şekilde başınızı sallayarak,
— Bunlar ne kadar ayıp, küçültücü davranışlar! diyeceksiniz. Yaşama derdini çektiğiniz halde, karmaşık mantık yollarıyla yaşamı tartışıyorsunuz. Sırnaşık ve küstah olduğunuz halde, bir o kadar da korkaksınız. Saçmaladığınız zaman keyfiniz yerindedir, ama küstahlık yaptınız mı ürküp, etrafa özürler yağdırıyorsunuz. Hem korkmadığınızı söylüyor, hem de bize yaltaklanmaktan geri durmuyorsunuz. Bizi, öfkeden dişlerinizin gıcırdadığına inandırmaya çalışırken, diğer taraftan da güldürmek için nükteler savuruyorsunuz. Çok sıkıcı nükteler yaptığınızı biliyorsunuz, ama edebi değerleri olmaları da hoşunuza gitmiyor değil. Gerçekten de acı çekmiş olabilirsiniz, ama acılarınıza hiç de saygı duymuyorsunuz. Samimisiniz, bununla beraber efendilik eksik sizde; gururunuz yüzünden ufacık bir şeyi mesele yapıp içinizdeki gerçeği ortaya çıkarıyor, değerini düşürüyorsunuz. Söylemek istediğiniz bir şeyler var, ama korkudan son sözlerinizi kekeleyip duruyorsunuz. Açık konuşacak kadar kararlı değilsiniz, utanmazca bir korkaklık var sizde. Anlayışınızla övünüyorsunuz, bir taraftan da tereddütler taşıyorsunuz; çünkü mantığınız çalıştığı halde yüreğiniz kötülükten kararmış. Şu var ki, kalbi temiz olmayanın anlayışı da olamaz. Hele o küstahlığınız, sırnaşmalarınız, kırıtmalarınız! Yalan, yalan, yalan...
Yukarıdaki sözler de benim uydurmalarım şüphesiz. Onlar da yeraltnın ürünleri. Kırk yıl boyunca deliğimde oturarak konuşmalarınızı dinledim. Kafam bunlar
50
la dolu olduğu için, uydurmak da kolay oluyor. Bunları ezberleyerek edebi bir şekil vermem oldukça normaldir.
Eğer bunları yayımlayıp, bir de size okutacağımı düşünüyorsanız şaşarım size. Neden sizlere, "Baylar, değerli okuyucularım" diye hitap ettiğimi de bilmiyorum. Yazacağım itiraflar ne yayımlanabilir, ne de birilerine okutulabilir. En azından ben, kendimde böyle bir cesaret görmüyorum ya da buna gerek duymuyorum. Fakat içimde karşı koyulamayacak bir istek var; ben de buna uymaya karar verdim. Mesele şu:
Her insanın, herkese söyleyemeyeceği, sadece dostlarına açabileceği özel anılan vardır. Hatta dostlara bile açılamayacak, insanın ancak kendisine itiraf edebileceği sırları da vardır. Bunun yanında, kendimize bile açamayacağımız şeyler vardır. En şerefli insanın bile hafızasında bunlar epey kabarıktır. Daha doğrusu, insan onurlu olabildikçe bunların sayıları artar. Geçtiğimiz günlerde, eski maceralarımı kafamda toparlamaya karar verdiğim halde şimdi bir türlü yapamıyor, tedirginlik duyarak geçiştirmeye çalışıyorum. Sadece hatırlamak değil, bir de yazmaya karar verdiğim şu anda bir deneme yapmak istiyorum. İnsan, kendi kendisine tümüyle içten olabiliyor mu? Heine (*) otobiyografi yazmanın neredeyse imkânsız olduğunu, insanın kendisine asla dürüst davranamayacağını ileri sürer. Heine'ye göre Rousseau, itiraflarında birçok yalan söylemiş, bunları da gururu nedeniyle bilerek yapmıştır. Ben, Heine'ın haklı olduğuna inanıyorum. İnsan, sadece gururu yüzünden, kendisini cinayete kadar götürebilecek yalanlara bulaşabilir; böyle bir gururu da ben çok iyi biliyorum. Ne var ki Heine, itiraflarını topluma sunan birinden bahsediyordu. Fakat ben, sadece kendim için yazıyorum. Okuyuculara hitap etmem, bunun
(*) Heinrich Heine (17971856): Ünlü Alman şair.
51daha basit bir yazım şekli olmasından kaynaklanıyor; bunu açıkça belirtirim. Bütün mesele, sadece şekilden ibarettir, yoksa yazdıklarımı hiç kimse okuyacak değil elbette. Bunu söylemiştim zaten.
Notlarımı düzenli yazmak için uğraşmayacağım, aklıma geldiği gibi kağıda aktaracağım.
Şimdi sözlerime takılarak, "Gerçekten okuyucularınız olmayacağına göre neden kendi kendinize, üstelik de kağıt üstünde bazı şartlar ileri sürüyor, düzenli değil de aklınıza geldiği gibi yazacağınızı söylüyorsunuz? Neden böyle bir açıklama yapıp, özür diliyorsunuz?" diyeceksiniz.
Bütün bunlara,
— Ne bileyim ben! diye cevap vereceğim.
Bu, tamamen psikolojik bir sorundur. Böyle davranmamın nedeni, korkak olmamdır belki de. Ya da, yazarken ciddi olabilmek için gözümün önüne okuyucuları getiriyorum, birçok sebep olabilir.
Önemli bir nokta daha var: Neden bu notları yazıyorum ki? Okuyucular için yazmadığıma göre, anılarımı kağıda aktarmanın ne anlamı var? Aklımda tutamaz mıyım?
Doğru elbette, ama notlarım kağıt üzerinde daha bir ihtişamlı duruyor. Böylece etkisi artacak ve kişiliğim üstünde daha doğru bir karara varabileceğim; bir de buna üslup güzelliği eklenecek. Belki de içimi kağıda dökerek rahatlayacağım. Yeri gelmişken söyleyeyim, eski bir anım var ve şu aralar çok canımı sıkıyor. Geçenlerde takıldı kafama ve o zamandan bu yana hüzünlü bir müzik gibi aklımdan çıkmıyor bir türlü. Fakat kurtulmam gerek ondan. Buna benzer yüzlerce anım var benim. Arada sırada
bunlardan biri canlanarak beni ezmeye çalışır. Yazarak bunlardan kurtulacağımı düşünüyorum, denemekten ne çıkar ki?
Üstelik, işsiz güçsüz oturmaktan da çok sıkıldım. Anı yazmak da bir iş değil midir? Çalışan insanın iyi ve namuslu olacağını söylerler, benim için bu da bir şans...
Kar yağıyor bugün; daha doğrusu san, bulanık bir sulusepken. Dün de, daha önceki günlerde de yağdı. Beni rahat bırakmayan o olayı da, yağan bu sulusepken yüzünden hatırlamış olmalıyım. Öyleyse bu, sulusepkene dair bir anı olsun.
0 yorum:
Yorum Gönder