Yüzyıl Dönümünde Küçük Asya ve Osmanlı Devletinin Kuruluşu-4
İLHANLI MOĞOLLAR
Burada sayılan, Küçük Asya'yı biçimlendiren etkenler arasında Moğollar'ın varlığı o gün muhtemelen sayılması
gereken ilk ve en önemli etkendi; ama zaman içinde en uçucu, en az iz bırakmış olanı da o oldu.
İlhanlı Moğol devletinin kökeni Cengiz İmparatorluğu'na dayanır. Onüçüncü yüzyılın ortasında Cengiz'in torunu
olan Hulagu Han büyük bir orduyla İran'ı istila etmiş, kısa süre sonra Bağdat'ı da ele geçirmişti. Böylece, yüzlerce
yıllık Abbasi devletine de son vermiş oldu.
Müslümanlar’la çatışmaya girmesi, onlara karşı Hıristiyanlar'dan müttefik aramasına yol açtı. Haçlı seferleri
sırasında Ortadoğu'nun çeşitli yerlerinde kurulan -ve tutunan- Haçlı kentleri ile Bizans bunların başında geliyordu.
Hattâ onunla evlendirmek üzere Bizans'ın gönderdiği yarı-meşru prenses Maria İran'a vardığında Hulagu öldüğü
için (1265) oğlu Abaka Han'la evlendirildi. Ancak, sonraki yıllarda İlhanlılar yaşadıkları yerin kurallarına uyarak
Müslümanlaştılar. Bu bölümde sözkonusu ettiğimiz yüzyıl dönümünde Sünni/Şiî kavgasının içinde bile yer aldılar.
Zaten bu olay İlhanlı devletinin zayıflamasına yol açan baş etkendi. 1300'lerin yarısına gelmeden, İlhanlı
varlığından söz etmek için neden kalmamıştı.
İlhanlı Moğollar Asya'nın göçebe geleneklerine Türkmenler'den (en azından "Selçuklu ve Osmanlılar'dan" diyelim)
daha fazla bağlı kalmışlardı. Örneğin çadırdan ("yurt") ve ordugâhtan saraya geçmeyi reddetmişlerdi. İlhan
çadırını nereye kurmuşsa, başkent orasıydı. Bu gibi, biraz da simgesel sayılabilecek uygulamalar dışında bildiğimiz
askerî-göçebe devletlerden farklı olmadıkları gibi, bu bölgede geçerli olan "ikta" gibi sistemlere de uyum
sağlamışlardı.
Sonuç olarak, geçici askerî varlıklarının dışında, "kültürel" denebilecek önemli bir etki bırakmadan tarihe karıştılar.
GENİŞ HİNTERLAND
Peki, buraya kadar sınırları çizilen bu bölgenin hemen dışında, kimler vardı ve neler oluyordu. Şu anda biz,
merakını yenemeyip romanın sonunu okumuş sabırsız okurlar durumundayız. Osmanlı İmparatorluğu'nun buraya
kadar anlatılan bölgenin dışına taştığını biliyoruz. Osmanlı Beyliği kurulur, oldukça hızlı bir biçimde yayılırken
buralarda kim ne yapıyordu.
İran'a aslında büyük ölçüde değindik. İran bir süreden beri doğudan gelen göçebelerin üzerinde hanedan
kurduğu, batırdığı ve yeni gelene teslim ettiği dağınık bir coğrafya halini almıştı. Sekizinci yüzyılda, yeni
inançlarının enerjisiyle dolu Arap orduları gelmiş ve İslâm'ı getirmişlerdi. İran İslâm'ı kabullendi, ama daha
Halifeler döneminin sonunda Şiîlik ve Haricilik doğdu.
11. yüzyıl başında Gazneliler ve Selçuklular’la Asyalı Türkler, ardından Moğollar, Cengiz derken Hülagu, arkasından
gene Türkler, yani Timur, bu dizinin sonu olmak üzere de Akkoyunlular buradan geçecekti. Sonunda gene bir
Türk, Şah İsmail, artık İran'ın yerlisi olacak Saferi hanedanını kuracak ve bundan böyle İran kendi istikrarını
kuracaktı. Bu gerçekleştikten sonra, sürekli savaşlara rağmen, Osmanlı-İran sınırında fazla bir değişiklik
olmayacaktı.
Doğrudan gelen bu hanedanlar İran'la birlikte Arap yarımadasının kuzeyini de etkiliyordu. Hülagü'den sonra
Bağdad, Abbasî devletiyle tırmandığı yere bir daha hiç gelemedi. Suriye ve Lübnan kıyıları ise, Moğollar'ın
kuzeyden geldiği sıralarda güçlenerek güneyden kuzeye doğru savlet eden Memlûk (Mısır) Hükümdarlığı’nın
elindeydi. Eyyubîler hanedanı zamanında güçlenen, çoğu Kafkas kökenli köle askerler olan Memlûkler
("memalik"ten, birinin "malı" olma anlamında) sonunda yönetimi ele geçirmişlerdi. İlk Osmanlı padişahları onlara
saygı gösteriyor, "babam" diye hitap ediyorlardı. Selçuklular’dan kalma Beylikler arasında Dulkadir Beyliği belirli bir
süre güçlü ve istikrarlı Mısır devletiyle büyüyen Osmanlılar arasında bir tampon oluşturacak, sonunda Osmanlı bu
Beyliği de yaratarak Memlûk devletiyle sınırdaş olacaktı.
Balkanlar o zaman da kargaşa içindeydi. Bizans, Yunan halkın bulunduğu yerlerde otoritesini devam ettiriyor, ama Slav Ortodokslar üstünde etkili bir siyasî otorite kuramıyordu. Slavlar kendileri de herhangi bir istikrarlı siyasî birlik oluşturmuş değillerdi. En doğuda Bulgarlar vardı. Sırplar, Hırvatlar ve Boşnaklar aynı soydan geliyordu, ama coğrafî yerleşime göre dinleri farklılaşmıştı: Sırplar Ortodoks, Hırvatlar Katolik'ti. Boşnaklar tabiî henüz Müslüman olmamışlardı ama o zaman da "Bosna Kilisesi" diye ayrı bir Kiliseler’i vardı ve iki tarafın da saldırısına uğruyorlardı. Genel kabul gören Gôren Leori bu Kilise'nin 10. yüzyılda Bulgaristan'da etkili olan, saldırılardan sonra kuzeye doğru savrulan Bogonnil "Sapması"nın bir devamı olduğu yolundadır.
Slavlar'ın yayıldığı alanlar olsun, bugün Romen dediğimiz Ulahlar'ın yaşadığı yerler olsun, sürekli bir istikrar sağlayan merkezî krallıklar oluşamadığı için buralarda epey başı boş bir feodalite hüküm sürüyordu. Eflak tarafları iyice yoksul ve kaotikti.
Arnavutlar, Adriyatik kıyısında ve dağlık Arnavutluk'ta, aşiretlerin etkili olduğu, kendilerine özgü izole bir hayat yaşıyorlardı.
Daha kuzeyde ise güçlü ve toprak bir birim olarak Macaristan vardı. Macarlar da avrupa'ya görece yeni yerleşmiş bir halktı (Arpad'la 9. yüzyıl sonunda Karpatlar Havzası'na gelmiş, Kral İstvan 1000 yılında Hıristiyan olmayan karar vermişti). Bugün haritada gördüğümüz Macaristan'dan çok daha geniş bir alana egemendiler. Zaten Osmanlılar avrupa kıtasında bir olay haline gelince, karşılarında en çetin ceviz olarak Macarlar'ı bulacaklardı. Karadeniz'in kuzeyine gelince, Cengiz'den ve Altın Ordu'dan kalma Kırım Hanlığı buralara hâkimdi. İlkin Kiyif'te kurulan Rus devleti ortadan kalkmış, şu sıralarda Moskva Knyezliği'nde biraz hayat bulmuştu. Daha batıda ise çeşitli Baltık halkları, daha dikkat çekecek şekilde Livonyalılar, Litvanyalılar, onların Batı'sında Lehler vardı. Kıtanın bu bölgesi, Küçük Asya'ya oranla, çok daha içine kapalı ve uzak, yapısı her bakımdan çok geriydi.
0 yorum:
Yorum Gönder