2 Şubat 2009 Pazartesi

Yüzyıl Dönümünde Küçük Asya ve Osmanlı Devletinin Kuruluşu-2


SELÇUKLU GELENEĞİ


Osmanlı Türkleri, onlarla ilgili geleneksel kaynaklardan okuduğumuz ya da eldeki verilerden akıl yürüterek çıkarsadığımız şeylere göre, Selçuklu devletinin entegral bir parçası değillerdi. Selçuklu egemenliğinin geçerli olduğu topraklara sonradan gelmişler, geldikten sonra da, çok iyi bilmediğimiz bir sürecin sonunda, kendilerini "uç" bölgesinde bulmuşlardı.
Ama Osmanlılar için söyleyebildiğimiz bu sözleri, muhtemelen bu dönemde adı geçen çeşitli Türkmen toplulukları için söyleyebiliriz. Çünkü öyle anlaşılıyor ki bu özellik aslında Selçuklu devletinin belli başlı özelliğiydi: Selçuklu devleti, en "merkezî" olduğu zamanda da, başka ölçülerle, örneğin Osmanlılar'ın bize verdiği ölçülerle kıyaslandığında, oldukça gevşek bir federasyon görünümündeydi. İleride göreceğimiz gibi Osmanlılar bu alanda Selçuklu modelinden bilinçli olduğu izlenimini veren bir biçimde ayrıldılar.
Bu alanda ayrılsalar ve zaten hiçbir zaman çok sıkı sıkı bağlı olmasalar da, son analizde, Osmanlı beyliği için ilk dolaysız büyük devlet modeli Selçuklu devleti olmalıdır. Büyük bir ihtimalle, zihinlerindeki tek model değildi; ama dolaysız olanı oydu. Bu nedenle, Selçuklu devletinin ne gibi temellere dayandığına, ne gibi ilkelerle varolduğuna kısaca göz atmamız gerekiyor.
Dünyanın kabaca bu tarafında ve tarihin kabaca bu dönemlerinde, kökeni Asya olan birçok göçebe devlet ve onların arasında devleti olan ya da olmayan (burada "devlet”ten epey farklı bir şey anlamak gerekiyor zaten) birçok göçebe Türk boyu vardı. Selçuklular da onlardan çok farklı bir özellik yaratmamışlardı. Orta Asya Türkleri, İslâm'ın doğuşundan sonraki yıllarda batıya doğru ilerledikçe bu bölgede egemen olan bu monoteist dinin etkisi altına giriyor ve Müslüman oluyorlardı (daha öncekiler Hıristiyan olmuştu). Zamanla İslâm'ın kendisi de doğuya doğru yayıldı ve buralardaki göçebe ya da yerleşik Türkler'in ortak dini haline geldi. Bu din değişikliği, çabuk ve kolay bir süreç değildir. Monoteizm, kendinden önceki dinî inanç biçimlerine oranla çok daha soyut, sofistike, sistematiktir. Bu ona, öteki politeist v.b. dinler karşısında belirgin bir üstünlük kazandırır. Buna karşılık, aynı nedenlerle, kavranması ve sindirilmesi çok daha zordur. Müslüman olmaya çalışan bu yeni "mühtedi", benimsemeye çalıştığı dinin kural ve ilkelerini ancak kendi zihninde hazır bulunan kalıplar içinden ve onların öğeleriyle karıştırarak kavrayabilir. Bu da, koşullara göre oldukça uzun sürebilen bir "heterodoksi" dönemi yaratır. Bu ilginç serüveni Selçuklular da yaşadılar. Bunun nasıl bir inançlar karışımı yarattığına görece iyi bilinen bir örnek vermek gerekirse, herhalde en iyi örnek Dede Korkut Kitabıolacaktır. Burada Asya'dan kalma şamanist inançlar (ve davranış biçimleri) İslâm öğeleriyle yan yana ve içiçedir.

Konu şüphesiz, bir "din değiştirme" olayından ibaret değil, bu kadar basit değil; konu, aynı zamanda, bir medeniyet değişikliği: Göçebelikten yerleşik düzene, kırsallıktan kentliliğe, göçebeliğin yönetim anlayışından yerleşik düzenin gerektirdiği karmaşık devlete geçiş.
Nizamülmülk önce Alparslan'ın, sonra da oğlu Melikşah'ın yanında vezir olmuş bir İranlı'ydı. Bu ilişkiler, göçebe Türkler'in sözkonusu geçişi gerçekleştirme biçimi konusunda aydınlatıcıdır. Nizamülmülk, eserlerinden Gazzali'nin yararlanacağı kadar bilgili bir insandı. Ortadoğu'nun özellikle İslâm sonrası devlet geleneklerini, Abbasi Halifeliği'nin tarihini ve inceliklerini, İslâmî ideoloji içinde çeşitli akımları çok iyi biliyordu. Bu bilginin bir kısmını Melikşah'ın isteği üstüne yazdığı Siyasetname’de anlattı. Ancak o vezirdi; bunları ondan öğrenmek durumunda olan göçebe Türkler'se hükümdar. Öte yandan, bu ikincilerin, dersini bayağı çabuk öğrenen akıllı öğrenciler olduğunu da hemen ekleyebiliriz. Dediğim gibi ilişki kendisi öğreticidir: Melikşah kitap yazılmasını emreder. Bilgi isteyen o, veren Nizamülmülk'tür; neyi ne kadar, nereye kadar alacağına karar veren, gene Melikşah. Nizamülmülk, ayrıca, daha genel bir çerçevede Selçuklu yönetim sisteminin bir örneği olduğu için de aydınlatıcıdır. Selçuklular'da egemen sınıf medrese kökenli ulema ve yönetim mekanizmasının dili de, bunun sonucu olarak, Farisi idi. Bunlar daha sonra göreceğimiz Osmanlı uygulamasından epey farklı durumlardır. Osmanlılar bütün bunlardan etkilenmesine etkilendiler - ama kurumları kendilerine göre değiştirmekten geri durmadılar. Osmanlı-Türk tarihçilerinden Justin McCarthy şunu söyler:
Büyük Selçuklular gibi Rum Selçuklular'ın tarihi de Türk yönetiminin iki büyük eksiğini sergiler: otoritenin bölünmesi ve göçebe askerlere bağımlılık (s.25).
Bu noktada da Osmanlı uygulaması ile Selçuklu modeli arasındaki ilişki olumsuz - önceki örneğin terk edilmesi ve uygulanmaması anlamında. Ancak, tarihte belirli "halef-selef" ilişkilerine bakarken, bu anlamda olumluluk ve olumsuzluk aynı kapıya çıkar, çünkü bir yöntemin uygulanmamasının da aslında modelden çıkarılmış bir ders olduğunu söyleyebiliriz. Elimizde bu konuda hiçbir kanıt yok, onun için ben tamamen sezgisel olarak, Osmanlı'nın Selçuklu usulüne aykırı davrandığı durumların, uygun davrandığı durumlara oranla, çok daha bilinçli seçme ve kararların sonucu olduğuna inanma eğilimindeyim. Ama bu kişisel bir eğilim ve dediğim gibi, kanıt yok! McCarthy'nin değindiği birinci "büyük eksik" yukarıda benim de sözkonusu ettiğim göçebe geleneklerine bağlı bir şey: Hükümdar ölünce ülke oğulları arasında paylaşılıyor. Bu, sonradan Osmanlı'da karşılaşacağımız sisteme göre daha eşitlikçi ve insanî bir uygulama, ama devletin büyümesi ve devamlılığı çerçevesinde belirgin sakıncaları var. İkinci eksiklik de, Selçuklu devletinin, göçebe topluluklar federasyonu ile yerleşik büyük devlet arasında bir yerde durmasının sonucu. Yerleşik devlete doğru çok önemli adımlar atılmakla birlikte, bunlar sürecin sonuna kadar da zorlanmamıştı. Böylece, Selçuklu devlet yapısında ve özellikle askerlik alanında ciddi bir "göçebelik kontenjanı" hep hazır bulundu. Bu, askerliğin gerekli etkililiğe ulaşamamasından etkili vergi sistemleri geliştirilememesine kadar çeşitli alanlarda güçlü bir devlet sistemi kurulmasını engelledi.
Osmanlılar özellikle bu alanlarda Selçuklular'dan farklı davrandılar. Bu iki alan bir "devlet”in konsolidasyonu açısından hayatî önem taşıdığı için Osmanlılar'ın bu davranışını rastlantı ya da sezgiden çok düşünülmüş bir karar olarak yorumlama eğilimindeyim.
Toprak ve askerlik sistemlerine geldiğimizde, buralarda Selçuklu etkisi belirgindir. Osmanlı "dirlik düzeni"ni, belli başlı çizgileriyle, daha önceden Selçuklular'da görürüz. Ama zaten dünyanın bu bölgesinde buna benzer örnek çoktur. Öte yandan Selçuklular'da bir "köle ordusu" da vardır (ve gene, bütün bölgede), ama bu, Osmanlılar'da olduğu kadar gelişmemiştir.
Selçuklu boyları yerleşik devlet düzenine geçtiklerinde, yaşadıkları bölgenin bir başka özelliğini daha benimsemiş ve genel sistemlerine eklemlemişlerdi. Yerleştikleri yer öteden beri doğu-batı ticaretinin önemli bir transit güzergâhıydı ve bu kervanlar sonuçta "gelir" anlamına geliyordu. Selçuklular'dan bize kalan belli başlı binalar arasında kervansarayların önemli bir yeri vardır. Bu da onların bu etkinliği daha güvenli ve düzenli bir hale getirmek için çaba harcadıklarını gösteriyor.
Selçuklu devletini "Büyük" ve "Anadolu" sıfatlarıyla ikiye ayırma eğilimi ağır basıyor. Devletin ağırlık merkezi Anadolu'nun doğusunda kalmıştı. Bağdat gibi önemli İslâm merkezleri Selçuklular için de önemli çekim merkezleri oldular. Bizans'ın ötesine geçmek, Avrupa kıtasına çıkmak onlar için düşünülen hedef haline gelmedi. O zaman Moğollar'ın da bir dönem boyunca egemen olmaya çalıştığı bir alanda hapsoldular. Göçebe toplumların yerleşiklere karşı belirli avantajları vardır. Bunlar, göçebelikle yerleşiklik arasında biraz "yarı yolda" duran Selçuklular karşısında, Moğollar lehine işledi. Sonuç olarak Selçuklu devleti uzun ömürlü olamadı. Çizmeye çalıştığım bu çerçevede, Osmanlı devletini, onun bir devamı olmaktan çok, ona çok şey borçlu, ondan kaynaklanmış, ama yeni bir başlangıç olarak görmenin daha doğru olacağını sanıyorum.






0 yorum:

Site Hakkında...

Karşılaştırmalı Edebiyat şimdiye kadar
kez ziyaret edildi. İlginize teşekkür ederiz ::
© 2006-2010 9Kare.Net Yazı İşleri Ürünüdür :: iletişim ::
Resized Header Image Copyright © DHester by freewebpageheaders.com

© Blogger templates The Professional Template Tasarım: Ourblogtemplates.com 2008


PageRank Checking Icon

Takipçilerimiz