Mevlâna Celâleddin Rumî'nin İran, Türk ve Urdu edebiyatlarına etkisi
Prof. Dr. Abdülkadir Karahan
İslâm dünyasının sadece bir bölgesinde ve bir dilinde değil de, hemen hemen bütün ülkelerinde ve belli başlı edebî dillerinde - yaşadığı XIII. yüzyıldan beri - adı ve eseri saygı, sevgi ve hayranlıkla anılan, nüfuzu birçok kültür muhitlerinde hissedilen Mevlâna Celâleddin Rumî (1207-1273)'nin İran, Türk ve Urdu edebiyatları üzerindeki etkisi konusu üzerinde hazırlanan bu incelemede meselenin yalnız ana çizgilerinin belirtilmesi ve bazı misallerle yetinilecektir.
1. Birçok İran edebiyatı tarihçisinin ve yazarın da kaydettiği gibi, eserlerini Farsça ile kaleme almış olan Mevlâna, kültürel ve panteist duygu ve düşüncenin en güzel numunelerini vermiş olup Hakim Senaî (1072 ? -1131) ile kıvamını bulan ve Feri-düddin Attar (1119 7-1193) ile ince anlamlar kazanan bu tür şiirin İran edebiyatında en başarılı mümessilidir. Klasik İran edebiyatının son büyük şairi sayılan Abdurrahman Cami (1414-1492) onun Mesnevî-i Şerif diye tanınan en ünlü eserine işaret ederek bir dörtlüğünün son mısrasında büyük mütefekkir şair için «Peygamber değil fakat kitap sahibidir» der ki yalnız bu ifade bile daha XV. yüzyılda Mevlâna'nm İran ve Horasan'da ne derecede takdir edildiğini ve ne ölçüde nüfuz sahibi olduğunu göstermeye elverişlidir.
Mevlâna'nın söz götürmez etkisine kapılıp onun içinde yaşadığı ve türbesinin bir ziyaretgâh olarak ufuklarını süslediği Konya'ya gelerek Mevlevi tarikatına intisap eden ve bu tarikatı yaymaya çalışan İran şairlerini de tanımaktayız. Bunlardan biri XVII. yüzyıl İran şairlerinin sayılı temsilcilerinden Tebrizli Saib'dir. Bu güçlü sanatkâr Mevlâna türbesini ziyaret ve Mev¬levi tarikatını yakından tanımak arzusu ile memleketinden Konya'ya kadar gelmiş, burada bir süre yaşamış, sonra Mevlevi halifeliği yetkisini de elde ederek Tebriz'e dönmüş, orada bir zaviye de kurmuş, ayrıca - galiba biraz da bu etki ile olacak -Türkçe gazeller de yazmıştır.
Mevlâna'nm Mesnevî'sini değişik zamanlarda yine Farsça olarak - yazıldığı dilde - şerh edenler de bilinmektedir. Bugün bile İran'da Mesnevî'den birçok parçaları, değişik vesilelerle, ezbere tekrar eden aydınlara çokça tesadüf edilmektedir. Hattâ haftanın belli bir gününde ve sabahları belli bir makamla Tahran radyosunda Mesnevî'den beyitler terennüm edilir.
Bütün bunlar ve birçok İran şairinin eserlerinde Mevlâna havasını teneffüs ettiren pasajlarla bu eserlerde göze çarpan Mevlâna hayranlığı, o büyük ve heyecanlı şair düşünürün kendi şaheserlerini yazdığı dildeki etki ve nüfuzunu ve yüzyılların üstünden aşarak çağımızda da enerji ile dolu manevî yaşama gücünü açıkça göstermektedir.
2. İslâm âleminin - gerek kültür ve edebiyatı gerek dinî ve sosyal hayatı bakımlarından - Mevlâna Celâleddin etkisini en fazla duyan, yaşayan ve sürdüren toplulukların başında Anadolu Türkleri gelmektedir. Mevlâna daha hayatta iken büyük bir hayranlar yığını ile çevrilmiş olduğunu görmüştü. Onun günlük yaşayışı, düşünce ve görüşleri, eserleri çağdaşları arasında da günün konusu olmak niteliğine sahipti. Halk kitleleri kadar devlet erkânı da ona saygı gösteriyor, meclislerinde bulunmak arzusu duyuyor, Konya'da onun yaşadığı çevrenin özlemi ile doluyor, gazellerini okuyor, Mesnevî'sinden hikâyelerle kendi kendini eğitiyordu. Denilebir ki Mevlâna'yı iyice bilmeden Anadolu'daki ilk Türkçe eserleri anlamak ve açıklamak çok güçtür.
Gerçekten Anadolu Türkçesi ile meydana getirilen en eski eserlerde - ve özellikle Mesnevi nazım şekli ile yazılmış olan değişik konulardaki kitaplarda - Mevlâna'nın geniş ve güçlü etki ve nüfuzu rahatça müşahede olunur. Anadolu'nun ilk büyük tasavvufî halk şairi Yunus Emre (12387-1320?) bir şiirinde şöyle demektedir :
Mevlâna Hüdâvendgâr bize nazar kılalı
Anun görklü nazarı gönlümüz aynasıdır.
Burada Yunus'un, onun sohbetinde bulunmayı nasıl arzuladığı, onun takdirkâr bakışlarına nail olmayı nasıl bir mazhariyet saydığı ve onun güzel bakışlarını kendi gönlünün bir aynası olduğuna nasıl inandığını açıkça göze çarpmaktadır. Bu, sadece Yunus Emre için böyle değil, onun çağında yaşayan ve daha sonra gelen her fikir ve gönül eri için de söz konusudur.
Mevlâna Celâleddin Rumî eserlerini Farsça yazdığı için bu dil onun etkisi ile Mevlevîliğin imtiyazlu bir dili olmak niteliğini kazanmıştır. Ancak Mevlâna'ya nisbet edilmekle beraber asıl erkân ve adabı büyük bir tarikat şeklinde gelişen Mevlevîlik, ana dili Türkçe olan bir ülkede doğup etrafa yayıldığı için Türk'e has birçok özelliklerle yoğrulmuştur. Bu arada Mevlevi ayinlerinde Türkçe şiir okuması da gelenek haline gelmiştir. Sonra Mevlevi törenlerinde sema' olduğu ve ney gibi müzik aletleri de ön planda iş gördükleri için, Hz. Peygamberin hadislerinden yararlanılarak sema'nın ve sazın haram olmadığına dair 40 hadîs risaleleri toplamak bile gerekli görülmüştür.
Mevlâna'nın şahsiyeti ve eserleri, hem klasik Türk edebiyatının kurulup olgunlaşmasında, hem de bu edebiyat içinde bir Mevlevi edebiyatının doğmasında ön planda müessir olmuştur. Büyük bir evliya olarak yığınların gönüllerine âdeta hükmeden ve türbesi kutsal bir ziyaret yeri niteliği ile, hemen her gün, birçok insan tarafından ziyaret edilen Mevlâna'nın Mesnevi'si Türk illerinde en çok saygı gören, en fazla okunan ve en geniş ölçüde şerh edilen, kendisinden antolojiler meydana getirilen ve anlaşılması güç beyitleri için de yorumlar düzenlenen bir eserdir. Diğer kitapları da ve bu arada Divan-ı Kebir de hem taşıdığı yüksek şiir atmosferi, hem de ilâhî aşkın en ince ve coşkun heyecanı bakımından çok saygı ve hayranlık uyandırmıştır. Birçok tasavvuf kitabında Kur'ân-ı Kerim ve Peygamber hadîslerinden sonra - yazılanları kuvvetlendirmek ve okuyucuya inanç kazandırmak için - Mesnevî'den aktarılmıştır. Daha ilk devirlerinden başlayarak Mesnevi'yi ezberleyenler çıkmış, Mevlevihane (Mevlevi tekkesi) ve Darü'l - Mesnevi (Mesnevi
yurdu) 'lerde devamlı olarak bir bakıma bir ölçüde kutsallık kazanan eseri okudukları için Mesnevihan unvanını alan âdeta yeni bir sınıf insan yetişmiştir.
Ayrıca Mesnevi okuyanlar icazetname (diploma, ruhsat) alarak aynı eseri okutmak yetkisini kazanmışlardır. III. Ahmed (1703-1730) devrinden itibaren bazı medreselerde bile Mesnevi okutulmasına başlanmıştır.
Mesnevi tercüme ve şerhleri niteliğinde olmak üzere-sadece bazı büyük İslâm-Doğu dilleri ile-yazıldıkları belirtilen ve kaynaklarda kaydedilen veya bazı yeni tetkiklerle son zamanlarda basıldıkları bilinen eser sayısı 25 civarındadır (17 Türkçe, 7 Farsça ve 2 Arapça). Yine - bildiğimize göre - Batı ülkelerinde de yabancı dillerde hazırlandıkları veya basıldıkları belirtilen Mesnevi tercüme ve şerhleri (Fransızca, İngilizce, Almanca) sayısı da ona yaklaşmaktadır.
Klasik Türk edebiyatının şöhretleri arasında ilk planda gelen bir hayli şair ya Mevlevîdir veya Mevlevi muhibbidir. Bunlardan Şahidi (ölm. 1550), Nef'î (15727-1635), Neşatî (öim. 1674), Nabî (1642 - 1712) ve Şeyh Galib (1757 - 1799) hatıra ilk gelenler-dendir. Klasik Türk şiirinin son büyük üstadı sayılan Galib'in meşhur ve makbul eseri Hüsn-ü Aşk'm sonunda bu kitabı için «Esrarını Mesnevî'den aldım» demesi, Mevlâna'nın XIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıl sonlarına kadar Türkiye aydın ve halk muhitlerinde nasıl sevildiğinin birçok örneklerinden biri özelliğindedir.
Mevlâna hakkında övgülerle dolu olarak birçok şairin divan'ında kaside'ler de yer almıştır. Bunlarda ona duyulan derin bağlılık açık ve seçiktir.
Modern Türk şiirinin birçok şöhretli siması da birer vesile ile Mevlâna'ya olan saygı ve sevgisi ile Mesnevî'ye karşı hayranlıklarını şiirlerinde belirtmişlerdir. Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) 'nın «İsmail Dede'nin kâinatı» adlı şiiri şu anlama gelen bir beyit ile başlar :
«Bizler Mesnevî-eserine olan-iştiyakı feleklere kadar yükselten ney gibiyiz. Böylece biz ta Mahşer gününe kadar Mevlâna Hz.leri ile aynı solukta bulunuyoruz (hemnefesiz).»
Mesnevi şevkini eflâke çıkarmış nâyız Haşredek hemnefes - i Hazret - i Mevlâna'yız.
Mevlâna'nın sadece edebiyatta değil, sosyal ve kültürel ha¬yat safhalarında da uzun yüzyıllar boyunca etki ve nüfuzu sürüp gitmiştir. Gerçekten Osmanlı tarihinin devammca Mevlevîlik müessesesi, ülkenin daima varlığı ve etkisi hissedilen bir kurumu olmuştur. Mevlevi olan veya kendilerini öyle tanıtan padişahlar bile görülmüştür. Medrese ile tekke arasındaki kavgalarda, birçok tarikat mensubu kovuşturmaya uğradığı veya bir hayli tarikatın faaliyeti -geçici olarak - durdurulduğu zamanlarda bile Mevleviler müsamaha görmüşlerdir. Bu hoşgörü Cumhuriyet devrinde de devam edegelmiştir.
Türkiye'de tekkeler kapatılıp âyinleri yasaklandığı zamanlar içinde de —özellikle 1946 yılından beri— her yıl aralık aylarında ve Mevlâna'nın vefat ettiği 17 aralık akşamına kadar Konya başta olmak üzere bazı şehirlerde Mevlevi âyinlerinin günlerce tekrarına müsaade olunmaktadır. Son yıllarda bu gibi törenler, çeşitli vesilelerle, başka aylarda da icra edilmekte olup devlet erkânından bazı zatlar da özel giyimler ve müzik âletleri ile süslenen sema' âyinlerinde hazır bulunmaktadır.
Yukarıdan beri özetlediğimiz hususlar Türk edebiyatında Mevlâna'nın eserleri ile tarikatının yedi yüzyıldır etkisinden kaybetmeden halk toplulukları arasında devam etmekte olduğunu açıkça meydana koymaktadır. Hele Mesnevî'sinin kazanmış olduğu âdeta kutsal nitelik ve ona karşı duyulan büyük takdir ve hayranlık bunu daha da pekiştiren güçlü bir örnektir.
3. Bugünkü Hint-Pakistan alt kıtasında geçmiş yüzyıllardan beri Farsça olsun Urduca olsun Mevlâna'nın ve Mesnevî'sinin güçlü etkisi olmuştur. Ta Hint-Türk hükümdarları Ekber (1556-1605) ve Cihangir (1605-1627) zamanlarından başlayıp Şahcihan (1628-1660) ve Evrengzib (1660-1707)'nin saltanat yıllarında gelişen bu etki ve nüfuz İngilizler'in Hindistan yarımadasına hâkimiyetleri devresinde de devam edegelmiş ve zamanla gelişmiştir. En başta modern Müslüman Hindistan'da Şiblî Nu'mânî (1857-1914), XX. yüzyılının başlarında Savânih-i Mevlâna-yi Rum eseri ile hem büyük mutasavvıf şairin güçlü bir biyografisini vermiş, hem de Mevlâna sevgisini ve etkisinin artmasına hizmet eylemiştir. Doğrudan doğruya Urduca yazılmış olan bu eser Mesnevi ruhunun kavranmasına da yardımcı olmuş ve Mevlâna' nın görüşlerinin anlaşılmasında yazıldığı ülkede rol oynamıştır. Aşraf Sanvi de Mesnevî'nin - 6 cilt halinde basılan - Urduca tercümesini yayınlamıştır. Bu da bu konuda önemlidir. Fakat Hint - Pakistan yarımadasında, hattâ bir bakıma bütün İslâm dünyasında, XX yüzyılda hiç kimse Allâme Dr. Muhammed İkbal ölçüsünde Mevlâna'ya hayranlık ve bağlılık duymamış ve onun kadar Mevlâna'nın şiir ve fikir dünyasını kavrayarak onları günümüzün görüşleri ve duyuşları ile dile getirememiştir.
«Rumî - i Asr» (Çağın Mevlâna'sı) unvanına hak kazanan Dr. İkbal (1877-1938) hakkında 1974'te İstanbul'da basılan kitabımızdan (Dr. Muhammed İkbal ve eserlerinden seçmeler) yararlanarak bu bahiste kısaca şunları belirtebiliriz :
İkbal, ilk önemli şiir kitabı olan Esrar-i Hodi'de Mevlâna için : «Mevlâna toprağı kimya yaptı. Benim tozumdan cilveler onardı... yaratılışı Hak ile yoğrulu Pir (Mevlâna) ki- Pehlevî (Fars) dili ile Kur'ân yazmıştır - bana kendi yüzünü gösterdi...» gibi sonsuz saygı ile belirtilen beyitler söylemiştir.. «Pir ve Mü-rid» (Mürşid ve Mürid) adlı Bal - i Cibril'deki uzun bir şiirinde şair sorularını Mevlâna'dan Urduca sormakta ve cevaplarını da Farsça olarak Mesnevî'den iktibas etmektedir. O, hemen her konuda, her düşüncede, her meselede ve her öğütte Mevlâna'yı kendine hoca, üstad, yol gösterici olarak bilmektedir. Eserlerin¬de bunun sayısız misallerini bulmak mümkündür.
4. Sonuç olarak denilebilir ki Mevlâna henüz hayatta bulunduğu XIII. yüzyıl ortalarından başlayarak XX. yüzyılın ikinci yarısının ortalarına kadar uzanan yedi yüzyılı aşkın bir zamandan beri hemen bütün İslâm dünyasında ve özellikle İran, Türkiye ve Müslüman Hint - Pakistan yarımadasında, Farsça, Türkçe, Urduca yazan yüzlerce duygu ve düşünce adamı tarafından derin bir saygı ve tükenmez bir hayranlıkla okunmuş, sevilmiş, taklit edilmiş, faydalanılmış veli-şair olarak el üstünde tutulmuştur. Heyecanı ilimle birleştiren ve düşünceyi kanatlandıran Mevlâna : İslâm milletleri mukayeseli edebiyatlarıyle uğraşanlar için müstesna ve tükenmez bir kaynaktır. Lirizmle yoğrulu bir ruh ve yakıcı ilâhî bir aşk ile coşan bu büyük dehânın işlediği konulara ve onun eserlerinin muhtelif ülkelerdeki etki ve nüfuzuna eğilerek İslâm edebiyatını, yeni görüşler ve yorumlarla zenginleştirmek isteyenler için Mevlâna, çok başarılı sonuçlara götürebilir.
( Bu yazı 12 -17 Ağustos 1976'da Budapeşte'de toplanan VIII. Milletlerarası Mukayeseli Edebiyat Kongresinde (13. VIII. 1976) Fransızca bir bildiri olarak okunmuştur.)
KAYNAK: DÜNYA EDEBİYATINDAN SEÇMELER; KÜLTÜR BAKANLIĞI, Nisan 1977 Sayı:2 sf: 57-61
0 yorum:
Yorum Gönder