Kuruluşundan Bugüne Karşılaştırmalı Edebiyat-1
Jale Parla*
Karşılaştırmalı Edebiyat Disiplininin Kuruluşu ve Amaçları
Karşılaştırmalı Edebiyat’ın akademik bir disiplin olarak kuruluşu, Fransa’da Fernand Baldensperger’in Karşılaştırmalı Edebiyat Enstitüsü’nü ve Karşılaştırmalı Edebiyat Dergisi’ni kurduğu 1921 yılıyla başlatılır.
Baldensperger, Columbia, Harvard, ve UCLA’da ders vermiş ve ABD’de bu disiplinin iki kurucusundan biri olan Harry Levin’le çalışmıştır. Disiplinin Levin’le birlikte anılan diğer kurucusu ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Viyana’dan ABD’ye göçen ve Yale’de Karşılaştrmalı Edebiyat bölümü başkanı olan Çek asıllı, Prag Dilbilim Çevresi üyelerinden René Wellek’tir. Amerikan üniversitelerinde disiplinin yaygınlaşması, deyim yerindeyse “kökü dışarda” akademiklerin öncülüğünde gerçekleşmişti. Leo Spitzer, Erich Auerbach, René Wellek, Roman Jakobson, Renato Poggioli, Claudio Guillén, Michel Rifaterre, Franco Moretti karşılaştırmacılar arasında ilk anda akla gelebilecek isimler ve hepsi “göçmen.” Disiplinin, kurulduğu günden bugüne büyük bir titizlikle savunduğu ve koruduğu “ulusüstücülük” ilkesinin temelinde karşılaştırmacıların bu kozmopolitliğinin katkısı olmalı.
Ulusal edebiyatlara bir alternatif olarak kurulan Karşılaştırmalı Edebiyat disiplininin temelinde siyasi ve ahlaki bir ilke yatıyordu: İkinci Dünya Savaşı faciasını yaşayan Batı dünyasını edebiyat aracılığıyla yeniden birleştirmek ve bu yolla Üçüncü Dünya Savaşı’nı önlemek. Böylesine büyük bir iddiaya sahip olmasına karşın, karşılaştırmacıların en sık muhatap oldukları ve yanıtlamakta zorlandıkları iki soru vardır. Birincisi, “karşılaştırmalı” sıfatıyla neyin kast edildiği, yani neyle neyin karşılaştırılacağı; ikincisi, hangi yöntemle karşılaştırılacağıdır.
“Karşılaştırmalı” sıfatı disiplinin kurulduğundan bugüne birçok anekdota vesile olmuş bir sıfattır. En çarpıcılarından biri, Harry Levin’in anlattığı bir anekdottur (Levin 74-76). Levin’in adını vermek istemediği bir karşılaştırmalı edebiyat profesörü, şair Dylan Thomas’ın Amerikan üniversitelerini dolaşıp şiirlerini okuduğu bir sırada onunla tanıştırıldığında, Dylan Thomas bu profesöre dönüp, “Ya öyle mi, demek karşılaştırmacısınız? Edebiyatı neyle karşılaştırıyorsunuz?” diye sorup kocaman bir kahkaha attıktan sonra, Levin’in telaffuz etmek istemeyeceği dört harfli bir sözcük söyleyerek, “...le mi?” demiş. Bu dört harfli sözcüğün “shit” olduğunu kestirmek zor değil. Ama bu çok uç örnek bir yana, sözcük gerçekten de, bizzat karşılaştırmacıları bile zorlamış bir sözcüktür. Peter Brooks, örneğin, Bernheimer’ın yayımladığı kitaba yazdığı makalesine şu sözlerle başlar: “Bir karşılaştırmalı edebiyat doktorasına sahip olduğum halde, hiçbir zaman bunu hak ettiğime inanamadım. Çünkü hiçbir zaman hangi alanda, hangi disiplinde çalıştığımı ya da ders verdiğimi bilemedim” (97).
Yale’deki bölümün saygın isimlerinden Peter Brooks’un yukardaki sözlerinin nedeni, Karşılaştırmalı Edebiyat disiplininin başka disiplinlerle ve komşu alanlarla örtüşmesi, bu yüzden de sürekli özerk bir disiplin olarak kendi sınırlarını çizmeye çalışmasından kaynaklanır. İşte bu yüzden disiplinin kurulduğu günden bugüne kuram, yöntem, ve uygulamaya ilişkin sorular karşılaştırmacıları, ulusal bir edebiyatta çalışan meslektaşlarını uğraştırmadığı ölçüde uğraştırmıştır. Bu konuda, yani disiplinin yöntem ve uygulama alanlarını belirlemek konusunda referans noktası oluşturan üç rapor vardır: 1965 tarihli Levin Raporu; 1975 tarihli Greene Raporu, ve 1993 tarihli Bernheimer Raporu (Bernheimer 21-48). 1965’deki Levin Raporu’nda şu sorulara yanıt aranıyordu: Karşılaştırmalı edebiyat çalışmaları ayrı bir bölüm mü olmalı, yoksa ulusal edebiyat bölümlerinden uzmanların işbirliğiyle oluşturulmuş, ama en az bir ya da iki karşılaştırmacının da bulunduğu bir program mı? Lisans programı mı, yoksa adayların ancak bir ulusal edebiyatta lisans yaptıktan sonra kabul edileceği yüksek lisans programları mı? Karşılaştırmalı edebiyatçının formasyonunun temel koşulu olan yabancı dil bilgisi en az kaç yabancı dili kapsamalı? 1965 Levin Raporu’nda vurgulanan, yabancı dil ve kültür tarihi formasyonu idi. Metinler mümkün olduğu ölçüde orijinalden okunmalıydı (Bernheimer 21-27). 1975’teki Greene Raporu şunları vurguluyordu: Karşılaştırmalı edebiyat, edebiyatın diğer sanat ve insan bilimleriyle ilişkilerini inceler; felsefe, tarih, fikir tarihi, dilbilim, müzik, plastik sanatlar ve folklor gibi. Karşılaştırmacılarda yabancı dil bilgisi ve edebiyat eleştirisine yatkınlık aranır. Karşılaştırmalı edebiyat disiplinini kuruluşundaki Avrupa merkezciliğinden kurtarmak için Avrupa ulusları dışındaki ulusal edebiyat bölümleriyle işbirliği yapmak gerekir. Karşılaştırmalı Edebiyat doktorası yapacaklar için lisans eğitimlerinin bir ulus edebiyatından olması gerekir. Metinleri çeviriden okumak özendirilmemelidir (Bernheimer 28-38). 1993’te yazılan Bernheimer Raporu ise Karşılaştırmalı Edebiyat’ın artık yeni disiplinlerle, yeni metodolojilerle uzlaşması gerektiğini öne çıkaran bir rapordu; özellikle de Kültürel Çalışmalar, Kültürel Teori, ve Eleştirel Teori ile (Bernheimer 39-48).
Etkileşim Yönteminden Yapısökümcü Yönteme Karşılaştırma Uygulamaları
Fernand Baldensperger’in öncülüğünde Sorbonne’da uygulanan karşılaştırmalı edebiyatta benimsenen yönteme göre karşılaştırmanın geçerliliği için önce mutlaka etkileşim tespit edilmeliydi. İki yazar karşılaştırılmadan önce, mektupları, kütüphaneleri incelenerek, hatta okudukları kitapların kenarına aldıkları notlar, altını çizdikleri satırlara bakılarak, arkadaşları araştırılarak, aralarındaki etkileşim saptanmalıydı. Ya da gene somut etkileşim kanıtlandıktan sonra, “İngiltere’de Don Kişot”, “Fransa’da Goethe” gibi çalışmalara cevaz veriliyordu. 1960'larda, Wellek ve Levin'in öncülüğündeki Amerikan ekolü, bu türden somut gerekçelerin yanı sıra, karşılaştırmanın bazı "evrensel" tema ve motiflerle de yapılabileceğini önerdi. Levin'in sözünü etmekten, örnek olarak göstermekten bıkmadığı kitap ise Erich Auerbach'ın Mimesis'i idi. Çünkü bu kitapta Auerbach, Batı kanonunun önemli yapıtlarının "üslup" özelliklerini karşılaştırarak bir edebi gerçekçilik kuramı öne sürüyordu. Örneklemi, 3000 yılı ve sekiz dili kapsıyordu. Bunu yaparken, incelediği yazarların birbirlerini okuduğunu varsayıyor, ama olası etkileşimleri kanıtlamak uğruna ortaya uzun dipnotlarla desteklediği bir araştırma koymuyordu. Mimesis'de tek bir dipnot yoktur. Bir de bahanesi vardı: İstanbul Universitesi'nde böyle bir araştırmaya olanak verecek bir kütüphane olmadığını söylüyordu. Ama bana sorarsanız, bu, Auerbach'ın işine gelen bir bahaneydi; özellikle de meslektaşı Leo Spitzer'in metin analizinde kullandığı çok ayrıntılı dipnotçuluğa ve Baldensperger ekolünün "etkileşim dogması"na karşı bir savunma. Auerbach, klasik ve modern dillerdeki uzmanlığını, yakın okumadaki yetkinliğini kullanmak ve hayranlık duyduğu Giambattista Vico'nun medeniyetler tarihi kuramını uygulayarak gönlünce bir karşılaştırma yapmak ve bu karşılaştırmayla Batı edebiyatında bir gerçekçilik kuramı formüle edebilmek fırsatını yakaladığı için memnundu. İstanbul sürgünü, yöntem sorularına muhatap olmaktan kurtarmış oluyordu Auerbach'ı, ama karşılaştırmanın hangi zeminlerde ve nasıl yapılacağı bu disiplinde çalışanların yanıtlaması gereken bir soru olarak hâlâ yerinde duruyordu.
Tabii en genel anlamda yöntem şuydu: Karşılaştırma yapmak zihnin zaten engellenemez bir fonksiyonudur. Her edebiyat okuru aynı zamanda bir edebiyat eleştirmenidir. Yetkinliği, formasyonunun kapsamına ve yorum yeteneğine göre değişir. İyi bir formasyona sahip eleştirmen için karşılaştırmamak zaten olanaksızdır. Ama ulusal edebiyatlar ortaya çıktıktan ve Ban edebiyatı ulusal dillerde yazılmaya başlandıktan sonra karşılaştırmacının formasyonu da, yöntemi de daha belirli olmak zorundadır. Şu var ki, hem yöntem hem de formasyonda olmazsa olmaz koşul ulusüstücülüktür. Goethe'nin, I929'da Eckermann'a yazdığı bir
mektupta "dünya edehiyatı"m tanımaya davetiye çıkarmasından beri, Karşılaştırmalı Edebiyat stratejisi ulusüstü ve disiplinler arası yaklaşımı benimsemek olmuştur.
Pratt, disiplinin amacını şöyle ifade eder: "Karşılaştırmalı Edebiyat çokdilliliği, çok söylemliliği, sanatların kültürel dolayımı nasıl barındırdığını, kültürlerarası anlayışı ve küresel bilinci besleyen" bir disiplindir (Bernheimer, 10).
Kaynak: kitap-lık aylık edebiyat dergisi Nisan 2008 sayı:115
0 yorum:
Yorum Gönder