Türk ve Alman Masallarından Örnek Metinlerde Şiddet Konusunun Analitik Olarak Karşılaştırılması
Öğr.Gör. Fesun AKDOĞAN
Bu çalışmada, Türk ve Alman masallarından örnek metinlerde şiddet konusunun analitik olarak karşılaştırılmasına geçmeden önce kısaca şiddetin tanımı irdelenmeye çalışılacaktır. Şiddet sözcüğü, birçok insan için farklı anlama gelmekte ve insanların bakış açılarına göre şiddetin tanımı da farklı algılanabilmektedir. Bazılarına göre itmek, umursamamak ve rahatsız etmek şiddet unsuru olarak görülürken, bazılarına göre ise vurmak ve öldürmek fiilleri şiddet sözcüğü ile aynı anlamda kullanılmaktadır. Şiddet kişilere göre farklı algılansa da, kendini her alanda hissettirmekte ve insanoğlunun uğraşmak zorunda kaldığı en büyük tehlike olarak nitelendirilmektedir.
Bostancı'mn da vurguladığı gibi;
Ancak yine de şiddet konusundaki kafa karışıklığının temelinde kavram olarak şiddetin belirsizliği vardır ve şiddet kendisine ilişkin dilin gün geçtikçe çoğalan yeni katkılarıyla -aile içi şiddet, şiddetle tepki göstermek, şiddetle sarsılmak, ölçüsüz kişiyi tanımlamada "şiddetli" sıfatının kullanılması gibi- iyice belirsiz hale gelmektedir. (BOSTANCI, 1999, S. 10)
Şiddetin nedenlerine değinmeden önce, şiddet sözcüğünün anlamını açıklamak yerinde olacaktır. Şiddet; bir kişinin başka bir kişiye (daha güçsüz olan bir kişiye) isteği dışında uyguladığı fiziksel ve ruhsal harekettir. John Keane "Şiddetin Uzun Yüzyılı" adlı eserinde şiddeti, anlamının ateşli tartışmalara sebep olan, kapsamı ve anlamı zamana ve mekana göre değişen bir terim olarak görmekte ve bu konudaki düşüncelerini şu şekilde devam etmektedir;
Şiddet, bir grubun ve/ya bireylerin başkalarının bedenlerine yönelttiği şok, çürük, çizik, şişme ya da baş ağrısından kırılmış kemiklere, kalp krizlerine, kol ve bacakların yitirilmesine, hatta ölüme dek uzanan bir dizi sonucun ortaya çıkmasına neden olabilecek nitelikteki, istenmeyen fiziksel müdahaleler olarak ele alınır [...] (KEANE, 1998, s.68)
Yukarıda sözü edilen davranış biçimi, ister sözlü isterse de fiziksel olsun, her iki durumda da şiddet sözcüğünü tanımlamaktadır. Şiddet olayı yaşamın her alanında kendini göstermekte olup insanca yaşamayı engellemektedir. Kocadoru 1. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu'nda bu konudaki düşüncelerini aşağıdaki gibi belirtmiştir;
[...] Şu anda henüz çocuk yaşta olup da 2000'li yıllarda bu topluma yön verecek olan evlatlarımız için şu anda mevcut olan yazılı - basılı malzemenin onları bu yeni döneme sağlıklı bir şekilde hazırladığını söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Şiddetin her gün Meclisten gazetelere, filmlerden kitaplara, futbol sahalarından okul sıralarına oradan da aileye kadar sıçradığı bir toplumun sağlıklı yetişmediğinin en büyük göstergesidir. (Bkz. SEVER, 2000, s.480)
Yukarıdaki cümlelerden de anlayacağımız gibi, şiddet sözcüğü her alanda ve insanların bulunduğu her ortamda kendini göstermektedir. Bu yüzden şiddet günümüzde adeta kimliğimizin bir parçası olmuştur. (BALCIOĞLU, 2001, s.7) İnsanoğlu doğumundan ölümüne kadar şiddetle iç içedir. Balcıoğlu, şiddetin bulunduğu ve çocukların maruz kaldıkları ortamlara, "Toplum ve Şiddet" adlı çalışmasında kısaca şu şekilde değinmiştir;
[...] Genelde dayak ve kaba kuvvetle büyümekte, anne ve babasının birbirine uyguladığı sert muameleye tanık olmaktadır. İş bununla da kalmamaktadır. Çocukların televizyonda heyecanla seyrettikleri çizgi filmler, okudukları çizgi romanlar hep şiddet ağırlıklıdır. Ya son zamanlarda yaygınlaşan bilgisayar oyunlarına ne demeli? [...] (BALCIOĞLU, 2001, s.7)
Haberler, filmler, gazeteler, dergiler vb. yazılı ve görsel kitle iletişim araçları, her gün dünyanın dört bir yanında yaşanan şiddet olaylarını haber olarak özel yaşamımıza sokmaktadır. Bunun yanı sıra şiddet içeren bilgisayar oyunları, diziler ve çizgi filmler de, her ne kadar istemesek de, yaşamımızda önemli bir bölümünde yer almaktadır. Şiddet faktörünü hayatımızdan tamamen çıkartabilmek için, öncelikle şiddetin kaynağına inmek gerekir. Çözüm yolları da doğal olarak bu kaynağa paralel olarak belirlenmesi zorunludur. Her ne kadar şiddetin sebepleri ortada olsa da, şiddeti yenmek düşünüldüğü kadar kolay bir iş değildir.
Ebeveynler çocuklarına, küçük yaştan itibaren, ödüllendirme ve cezalandırma yöntemini uygulayarak öğrenmelerini gerçekleştirmektedirler. Ödül ve ceza yolu ile öğrenme ancak, ebeveynler tarafından yaş ve cinsiyetleri göz önünde bulundurularak yapıldığı taktirde, doğru bir yöntem olarak görülmektedir. Örneğin erkek çocukları, oyuncak olarak tabanca veya araba isterken, kız çocukları bebekle oynamayı tercih etmektedirler. Ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken diğer bir konu ise, çocuklarına her yaşta farklı açılardan bakarak davranmaları gerektiğidir. Örneğin gelişim çağındaki gençlerin saldırganlığa küçük yaştakilere nazaran daha eğimli oldukları görülmektedir.
Değinilmesi gereken diğer bir husus ise, çocuklarına okuttukları ve/ya çocuklarına okudukları kitaplardır. Şiddet içeren kitaplar çok kısa süre içerisinde çocuklar üzerinde izler bırakabilmektedir. Kendini kahramanın yerine koyarak, pencereden atlayan, "tekrar ayağa kalkabilir düşüncesiyle" arkadaşına zarar veren çocukların sayısı göz ardı edilemeyecek kadar çoktur. Korku ve şiddet sahneleri, yetişkinlerin ve özellikle de çocukların belleğinden kolay kolay silinmemektedir. Şeyda bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Ruhbilimcilerce, «bir engele uğramış kaçma isteği» olarak tanımlanan korku, sanatta da çok işlenmiş temel konulardan biri. İster günlük konuşmalarımızda olsun, ister romanlarda, hikayelerde geçsin, korkuyu, hemen hemen kalıplaşmış birtakım deyimlerle anlatmakta ve anlamakta hiç de güçlüğe uğramıyoruz. [...]" (ŞEYDA, 1975, s.5-6)
Masallardan yarar sağlamak isteniliyorsa, ebeveynler ve öğretmenlerin kitap seçerken mutlaka masallarda şiddet unsurunun bulunmamasına dikkat etmeleri gerekmektedir. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazan Aytül Akal, "bundan böyle, klasik deyip görünmez bir dokunulmazlıkla örttüğümüz masalları, birer birer ortaya döküp, içerdikleri şiddet, cinsellik ve çağ dışı kavramlar açısından tek tek elden geçirmeli ve yeniden titizlikle değerlendirmeliyiz. [...] çocukların algılama ve değerlendirme sınırlarının çok ötesinde, üstelik pedagojik hatalarla dolu olan masalları, «nasıl olsa klasiktir sorumluluk bende değil» anlayışıyla, türlü formlarda ve keyfi yorumlarla tekrar tekrar çocukların önüne baskıcı bir tavırla koymaktan vazgeçmeli; [...]" diyerek, bu konunun göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. (Bkz. SEVER, 2000, s.516)
Bu çalışmada, çocuklar için yazılmış masallar ele alınmaktadır. Bu masallarda yer alan şiddet unsuru, Alman ve Türk masallarından ikişer örnek verilerek analiz edilecektir. Her iki kültürdeki masallar karşılaştırılarak, şiddet unsurunun okuyuculara ne şekilde gösterildiği ve nasıl ele alındığı üzerinde durulacaktır.
Bu konuda araştırma yaparken, ilk olarak şiddet öğelerini içermesiyle ön plana çıkan dünyaca ünlü Alman masallarından "Hansel ve Gretel" dikkatimizi çekmiştir. Masalda, anneleri ölmüş ve babalarıyla yaşayan iki çocuğun yaşamı ele alınmaktadır. Babanın tekrar evlenmesine değin, mutlu bir yaşantı sürdüren iki kardeşin, üvey annenin eve gelmesiyle bu mutlulukları sona erer. Üvey anne, iki kardeşe de çok kötü davranıyor ve onları evinde istemiyor. Baba ve üvey anne, çocuklardan ayrı bir odada otururken, kendi aralarında artık geçinmenin ne kadar zor olduğunu konuşuyorlardı. Üvey anne kısık bir sesle kocasına «yarın erkenden çocukları alıp ormana gidelim ve çocuklara bir ateş yakıp, birer parça da ekmek vererek onları ormanın ortasında bırakıp eve geri dönelim. Tek başlarına evi bulmalarına imkan yok, böylelikle kazandığın parayı dörde değil ikiye bölmüş oluruz» der. (GRIMM, 1970, s. 160)
Burada dikkati çeken, üvey anne faktörüdür. Kendi yaşadıklarımızdan da bildiğimiz gibi, üvey anne ya da üvey baba denildiği zaman, ister istemez onların çocuğuna / çocuklarına karşı içimizde bir acıma duygusu oluşur. Bu duygulara kapılmamızda, küçük yaşta okuduğumuz masalların bir etkisi yok mudur? Bu soruya, benim cevabım "evet" tir. Çünkü küçük yaşta belleğe yerleşen bazı olaylar, onların ileri yaşamlarındaki düşüncelerini etkileyebilmektedir.
"Hansel ve Gretel" adlı masalda dikkati çeken diğer bir şiddet unsuru ise, iki çocuğun sığınmak için girdiği evdeki cadıyı, kendilerini öldürmemesi için şiddete başvurmaları ve cadıyı kaynar kazana atıp yakmalarıdır. Küçük okurlar bu masaldan, tanımadıkları kişilerle görüşmemeleri ve yabancı evlerden uzak durmaları gerektiği dersini çıkarabilirler. Fakat küçük yaştaki iki çocuğun bu türden bir şiddete başvurmaları, masalları okuyan çocuklar üzerinde olumlu etkilere neden olup olmayacağı tartışılabilir. "Masalın sonundaki cadının fırında nasıl yakıldığının, onun yanarken nasıl yanmış et kokusu çıkardığının anlatıldığı" (Bkz. SEVER, 2000, s.502) vahşet sahneleri, çocuk okuyucuların psikolojisini ve neden olabilecek hasarları göz ardı etmektedir. Masaldaki çocuklar kendilerini korumak için şiddete başvuruyorlar. Fakat, şiddete şiddetle karşılık vermek hala tartışılsa da, yine de betimlemelerin farklı şekilde olması gerektiği kanısındayız.
Türk masalarında da tıpkı Alman masallarında olduğu gibi üvey baba ve özellikle de üvey anne faktörü olumsuzluk bağlamında masallarda önemli bir yer tutmaktadır. Eflatun Cem Güney tarafından derlenen masal kitabında "Sedef Bacı" adlı masalda, şehzade ile evlenen vezirin kızının üvey çocuklarına yapmadığı büyü ve kötülük kalmaz. Üvey kızı olan Sedef Bacıyı mahzene attırıp, işkenceler çektirir. Üç üvey oğlunu da kuşa çevirir. "Meğer kara vezir kızının sade on parmağı on kara değil, büyücülük de geliyormuş elinden... Önce, nasıl büyülemişse büyülemiş onları... Sabah sabah üç şehzadenin üçü de birer kuş olup kanatlanmasın mı? Kara yazılı bacıları neye uğradığını bilememiş." (GÜNEY, 1992, s.67) Sedef Bacı kardeşlerini büyüden kurtarmak için saraydan kaçar ve ayrık otundan kardeşlerine birer kazak örmeye başlar. Fakat suskunluğu yüzünden büyücülükle suçlanır ve ölümle cezalandırılır. "«Sükut ikrardır!» deyip büyücülüğüne hükmetmişler; «böylesi güzelin, güzelliği başını yesin» deyip, başını istemişler cellattan!" (GÜNEY, 1992, s.72) Bu acımasız sözleri söyleyen Sedef Bacıya ilk görüşte aşık olan prens, henüz çocuk denilecek yaştadır ve gözünü hiç kırpmadan başkalarının sözlerine güvenerek sevdiği kızın öldürülmesini emretmektedir. Küçük yaştaki çocukların bu tarz sorumlulukların üstesinden ancak başkalarının yardımlarıyla gelebilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. Fakat, ölüm fermanının bir delikanlı tarafından emredilmesi okuyucu üzerinde ne denli etkili olabileceği tartışma konusudur.
Her iki masalda da mutlu ve huzurlu bir ailenin düzeni, üvey annenin eve gelmesiyle bozulur. Üvey anne evdeki çocuklara istediği gibi davranmakta ve hatta onlara büyü bile yapabilmektedir. Çünkü babaları çocuklarına yapılan kötülükleri görmemezlikten gelmekte ya da olanlara seyirci kalıp boyun eğmektedir. İki masalda da üvey anne ve öz baba figürleri olumsuz yönleriyle sergilenmekte ve masalın hemen hemen tamamında kendini hissettirmektedir. "Hansel ve Gretel" masalındaki cadı kadın çocukları yiyebilmek için pişirmek ister, ama sonunda kendisi Hansel ve Gretel tarafından öldürülür. "Sedef Bacı"da ise, Sedef Bacı suskunluğu yüzünden prens tarafından başı kesilmek istenir, fakat son anda büyünün bozulmasıyla kurtulur. Her ne kadar "Hansel ve Gretel" masalın sonunda bir kişinin ölümüne sebep olsalar da, her iki masal da iyilerin başarısıyla sonuçlanmaktadır.
"Hansel ve Gretel" masalında olduğu gibi, Alman masallarında çocukların şiddete başvurarak kendilerini savunma durumu, sıkça görünmektedir. Herkes tarafından defalarca okunan ve okutulan ve Alman masallarının en ünlülerinden biri olan "Kırmızı Başlıklı Kız" daki kurt, büyükanneyi hiç çiğnemeden yutmakta ve babaanne kurdun midesinden hiçbir zarar görmeden tekrar çıkabilmektedir. Kırmızı Başlıklı Kız, kurdun karnını keskin bir bıçakla yarıp, midesine taşlar koyar ve tekrar diker. Bu arada kurttan hiçbir tepki gelmez, kurt bu işlemlerin yapıldığı an, ne uyanır ne de herhangi bir şey hisseder. Bu masalı okuduktan sonra bir çocuğun, insan ve hayvan vücudu hakkındaki düşüncelerini aklımıza getirmeye çalışalım: insanların ve hayvanların vücudunun çok sağlam olduğunu ve bayıltmadan da keskin bir aletle vücudu yarabildiğim düşünebilir. Hatta aynı işlemi arkadaşlarına ya da kardeşlerine de uygulamak isteyebilir.
Çeşitli masal kitaplarından derlenen 'Türk Masalları F de Naki Tezel, Türk masallarından biri olan "Kısmetimi Arıyorum" adlı masalda, bir dev ile büyülü bir kılıcın cinleri olan Araplar arasındaki kavgayı, tüm ayrıntılarıyla okuyuculara sunmaktadır. Birçok masallarda yer alan iyi ve kötü olan cinlerin kavgası bu masalda şu şekilde dile getirilmiştir: "Derken, korkunç bir boğuşma başlamış. Gökyüzü inliyor, toprak zangır zangır sallanıyormuş. Dev gibi on Arap, koca canavarı çok geçmeden altlarına almışlar. Birkaç dakika sonra, koca canavarın gövdesi cansız yere serilmiş, parça parça olmuş. Kanlar, şehrin sokaklarından nehir gibi akarken, Araplar da, üstleri, başları kıpkırmızı kan içinde dönmüşler, Acar'a doğru gelmeye başlamışlar." (TEZEL, 1992, s.51) Bu masal yazılırken, yukarıdaki betimlemenin okuyucu üzerinde ne gibi etki yaratabileceği üzerinde düşünülmediği bize göre apaçık ortadadır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Alman masallarında daha çok çocukların kendilerini ve sevdiklerini korumak amacıyla şiddete başvurmaları ele alınırken, Türk masallarında genellikle şiddet unsuru, olağan üstü özelliklere sahip olan devler ya da cinler tarafından uygulanmaktadır. Hem Alman masallarından olan "Hansel ve Gretel" de , hem de Türk masallarından biri olan "Sedef Bacı" da da üvey anne, üvey evlatlarına kötü davranan ve büyü gücü ile çeşitli hayvanlara çeviren biri olarak gösterilmektedir. Yani Alman ve Türk masallarında, üvey anne faktörü olumsuz yönleriyle alınmakta ve okuyucu üzerinde olumsuz etkiler bırakmaktadır.
Şiddet unsurunun yer aldığı masalların sayısı, biraz önce verdiğimiz örneklerle sınırlı değildir. Okuduğumuz birçok masalda şiddet unsuruna rastlamak mümkündür. Özellikle bu konu çocukları derinden etkilemektedir. Sorulması gereken asıl konu "ilk olarak sözlü anlatılan ve daha sonra yazılı edebiyatta yerini alan bu masallar nasıl ele alınmalı ve hangi yaştaki çocuklara okutulmalı?" sorusudur. Çocuklara okutulan ve/ya çocuklara okunan masalları seçerken daha dikkatli olunması gerekmektedir. Geleceğin yetişkinlerinin, şiddet unsuruyla dolu bir ortamda büyümelerini önlemek için, sunulan ve önerilen kitapları, önce ebeveynler okumalı ki sağlıklı bir nesil yetişsin.
KAYNAKÇA
BALCIOĞLU, İbrahim. Şiddet ve Toplum. İstanbul: Bilge Yayıncılık. Sosyoloji Dizisi 3, Bilge Yayınları 11, 2001.
BOSTANCI, Naci. "Virgül". İstanbul: Bileşim Yayınları, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Sayı 25, Aralık 1999.
GRIMM, Jacob - GRIMM, Wilhelm. Grimms Mârchen, Gesamtausgabe München: Gondrom Yayınları, 1970.
GÜNEY, Eflatun Cem. Masallar. Mersin: Kültür Bakanlığı Yayınları, Çocuk Edebiyatı Dizisi 43, 1992.
KEANE, John (Çev. PEKER, Bülent). Şiddetin Uzun Yüzyılı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1998.
SEVER, Sedat (Edt.). 1. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu. Ankara Ankara Üniversitesi Basımevi, 2000.
ŞEYDA, Mehmet (Haz.). Türk ve Dünya Edebiyatından Seçmelerle Korku ve Şiddet Hikayeleri. İstanbul: Varlık Yayınları, Faydalı Kitaplar 155. 1975.
TEZEL, Naki (Haz.). Türk Masalları I. Mersin: Kültür Bakanlığı Yayınlan. Çocuk Kitapları Dizisi 127, 1992.S
Dip not: Bu makale, “I. Ulusal Karşılaştırmalı Edebiyat sempozyumu, 6-8 Aralık 2001 / Eskişehir: T.C. Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, 2002 (editör, Ali Gültekin)” baskılı sempozyum makalelerinin derlendiği yapıttan alınmıştır. İzin alınması doğrultusunda yapılan girişimlerimize rağmen, konuyla ilgili yetkili şahıslara ulaşılamamıştır. Ve bilgilendirme açısından bu not gerekli görülmüştür. Devamı için>>
Bostancı'mn da vurguladığı gibi;
Ancak yine de şiddet konusundaki kafa karışıklığının temelinde kavram olarak şiddetin belirsizliği vardır ve şiddet kendisine ilişkin dilin gün geçtikçe çoğalan yeni katkılarıyla -aile içi şiddet, şiddetle tepki göstermek, şiddetle sarsılmak, ölçüsüz kişiyi tanımlamada "şiddetli" sıfatının kullanılması gibi- iyice belirsiz hale gelmektedir. (BOSTANCI, 1999, S. 10)
Şiddetin nedenlerine değinmeden önce, şiddet sözcüğünün anlamını açıklamak yerinde olacaktır. Şiddet; bir kişinin başka bir kişiye (daha güçsüz olan bir kişiye) isteği dışında uyguladığı fiziksel ve ruhsal harekettir. John Keane "Şiddetin Uzun Yüzyılı" adlı eserinde şiddeti, anlamının ateşli tartışmalara sebep olan, kapsamı ve anlamı zamana ve mekana göre değişen bir terim olarak görmekte ve bu konudaki düşüncelerini şu şekilde devam etmektedir;
Şiddet, bir grubun ve/ya bireylerin başkalarının bedenlerine yönelttiği şok, çürük, çizik, şişme ya da baş ağrısından kırılmış kemiklere, kalp krizlerine, kol ve bacakların yitirilmesine, hatta ölüme dek uzanan bir dizi sonucun ortaya çıkmasına neden olabilecek nitelikteki, istenmeyen fiziksel müdahaleler olarak ele alınır [...] (KEANE, 1998, s.68)
Yukarıda sözü edilen davranış biçimi, ister sözlü isterse de fiziksel olsun, her iki durumda da şiddet sözcüğünü tanımlamaktadır. Şiddet olayı yaşamın her alanında kendini göstermekte olup insanca yaşamayı engellemektedir. Kocadoru 1. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu'nda bu konudaki düşüncelerini aşağıdaki gibi belirtmiştir;
[...] Şu anda henüz çocuk yaşta olup da 2000'li yıllarda bu topluma yön verecek olan evlatlarımız için şu anda mevcut olan yazılı - basılı malzemenin onları bu yeni döneme sağlıklı bir şekilde hazırladığını söylemek ne yazık ki mümkün değildir. Şiddetin her gün Meclisten gazetelere, filmlerden kitaplara, futbol sahalarından okul sıralarına oradan da aileye kadar sıçradığı bir toplumun sağlıklı yetişmediğinin en büyük göstergesidir. (Bkz. SEVER, 2000, s.480)
Yukarıdaki cümlelerden de anlayacağımız gibi, şiddet sözcüğü her alanda ve insanların bulunduğu her ortamda kendini göstermektedir. Bu yüzden şiddet günümüzde adeta kimliğimizin bir parçası olmuştur. (BALCIOĞLU, 2001, s.7) İnsanoğlu doğumundan ölümüne kadar şiddetle iç içedir. Balcıoğlu, şiddetin bulunduğu ve çocukların maruz kaldıkları ortamlara, "Toplum ve Şiddet" adlı çalışmasında kısaca şu şekilde değinmiştir;
[...] Genelde dayak ve kaba kuvvetle büyümekte, anne ve babasının birbirine uyguladığı sert muameleye tanık olmaktadır. İş bununla da kalmamaktadır. Çocukların televizyonda heyecanla seyrettikleri çizgi filmler, okudukları çizgi romanlar hep şiddet ağırlıklıdır. Ya son zamanlarda yaygınlaşan bilgisayar oyunlarına ne demeli? [...] (BALCIOĞLU, 2001, s.7)
Haberler, filmler, gazeteler, dergiler vb. yazılı ve görsel kitle iletişim araçları, her gün dünyanın dört bir yanında yaşanan şiddet olaylarını haber olarak özel yaşamımıza sokmaktadır. Bunun yanı sıra şiddet içeren bilgisayar oyunları, diziler ve çizgi filmler de, her ne kadar istemesek de, yaşamımızda önemli bir bölümünde yer almaktadır. Şiddet faktörünü hayatımızdan tamamen çıkartabilmek için, öncelikle şiddetin kaynağına inmek gerekir. Çözüm yolları da doğal olarak bu kaynağa paralel olarak belirlenmesi zorunludur. Her ne kadar şiddetin sebepleri ortada olsa da, şiddeti yenmek düşünüldüğü kadar kolay bir iş değildir.
Ebeveynler çocuklarına, küçük yaştan itibaren, ödüllendirme ve cezalandırma yöntemini uygulayarak öğrenmelerini gerçekleştirmektedirler. Ödül ve ceza yolu ile öğrenme ancak, ebeveynler tarafından yaş ve cinsiyetleri göz önünde bulundurularak yapıldığı taktirde, doğru bir yöntem olarak görülmektedir. Örneğin erkek çocukları, oyuncak olarak tabanca veya araba isterken, kız çocukları bebekle oynamayı tercih etmektedirler. Ebeveynlerin dikkat etmeleri gereken diğer bir konu ise, çocuklarına her yaşta farklı açılardan bakarak davranmaları gerektiğidir. Örneğin gelişim çağındaki gençlerin saldırganlığa küçük yaştakilere nazaran daha eğimli oldukları görülmektedir.
Değinilmesi gereken diğer bir husus ise, çocuklarına okuttukları ve/ya çocuklarına okudukları kitaplardır. Şiddet içeren kitaplar çok kısa süre içerisinde çocuklar üzerinde izler bırakabilmektedir. Kendini kahramanın yerine koyarak, pencereden atlayan, "tekrar ayağa kalkabilir düşüncesiyle" arkadaşına zarar veren çocukların sayısı göz ardı edilemeyecek kadar çoktur. Korku ve şiddet sahneleri, yetişkinlerin ve özellikle de çocukların belleğinden kolay kolay silinmemektedir. Şeyda bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: "Ruhbilimcilerce, «bir engele uğramış kaçma isteği» olarak tanımlanan korku, sanatta da çok işlenmiş temel konulardan biri. İster günlük konuşmalarımızda olsun, ister romanlarda, hikayelerde geçsin, korkuyu, hemen hemen kalıplaşmış birtakım deyimlerle anlatmakta ve anlamakta hiç de güçlüğe uğramıyoruz. [...]" (ŞEYDA, 1975, s.5-6)
Masallardan yarar sağlamak isteniliyorsa, ebeveynler ve öğretmenlerin kitap seçerken mutlaka masallarda şiddet unsurunun bulunmamasına dikkat etmeleri gerekmektedir. Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Yazan Aytül Akal, "bundan böyle, klasik deyip görünmez bir dokunulmazlıkla örttüğümüz masalları, birer birer ortaya döküp, içerdikleri şiddet, cinsellik ve çağ dışı kavramlar açısından tek tek elden geçirmeli ve yeniden titizlikle değerlendirmeliyiz. [...] çocukların algılama ve değerlendirme sınırlarının çok ötesinde, üstelik pedagojik hatalarla dolu olan masalları, «nasıl olsa klasiktir sorumluluk bende değil» anlayışıyla, türlü formlarda ve keyfi yorumlarla tekrar tekrar çocukların önüne baskıcı bir tavırla koymaktan vazgeçmeli; [...]" diyerek, bu konunun göz ardı edilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. (Bkz. SEVER, 2000, s.516)
Bu çalışmada, çocuklar için yazılmış masallar ele alınmaktadır. Bu masallarda yer alan şiddet unsuru, Alman ve Türk masallarından ikişer örnek verilerek analiz edilecektir. Her iki kültürdeki masallar karşılaştırılarak, şiddet unsurunun okuyuculara ne şekilde gösterildiği ve nasıl ele alındığı üzerinde durulacaktır.
Bu konuda araştırma yaparken, ilk olarak şiddet öğelerini içermesiyle ön plana çıkan dünyaca ünlü Alman masallarından "Hansel ve Gretel" dikkatimizi çekmiştir. Masalda, anneleri ölmüş ve babalarıyla yaşayan iki çocuğun yaşamı ele alınmaktadır. Babanın tekrar evlenmesine değin, mutlu bir yaşantı sürdüren iki kardeşin, üvey annenin eve gelmesiyle bu mutlulukları sona erer. Üvey anne, iki kardeşe de çok kötü davranıyor ve onları evinde istemiyor. Baba ve üvey anne, çocuklardan ayrı bir odada otururken, kendi aralarında artık geçinmenin ne kadar zor olduğunu konuşuyorlardı. Üvey anne kısık bir sesle kocasına «yarın erkenden çocukları alıp ormana gidelim ve çocuklara bir ateş yakıp, birer parça da ekmek vererek onları ormanın ortasında bırakıp eve geri dönelim. Tek başlarına evi bulmalarına imkan yok, böylelikle kazandığın parayı dörde değil ikiye bölmüş oluruz» der. (GRIMM, 1970, s. 160)
Burada dikkati çeken, üvey anne faktörüdür. Kendi yaşadıklarımızdan da bildiğimiz gibi, üvey anne ya da üvey baba denildiği zaman, ister istemez onların çocuğuna / çocuklarına karşı içimizde bir acıma duygusu oluşur. Bu duygulara kapılmamızda, küçük yaşta okuduğumuz masalların bir etkisi yok mudur? Bu soruya, benim cevabım "evet" tir. Çünkü küçük yaşta belleğe yerleşen bazı olaylar, onların ileri yaşamlarındaki düşüncelerini etkileyebilmektedir.
"Hansel ve Gretel" adlı masalda dikkati çeken diğer bir şiddet unsuru ise, iki çocuğun sığınmak için girdiği evdeki cadıyı, kendilerini öldürmemesi için şiddete başvurmaları ve cadıyı kaynar kazana atıp yakmalarıdır. Küçük okurlar bu masaldan, tanımadıkları kişilerle görüşmemeleri ve yabancı evlerden uzak durmaları gerektiği dersini çıkarabilirler. Fakat küçük yaştaki iki çocuğun bu türden bir şiddete başvurmaları, masalları okuyan çocuklar üzerinde olumlu etkilere neden olup olmayacağı tartışılabilir. "Masalın sonundaki cadının fırında nasıl yakıldığının, onun yanarken nasıl yanmış et kokusu çıkardığının anlatıldığı" (Bkz. SEVER, 2000, s.502) vahşet sahneleri, çocuk okuyucuların psikolojisini ve neden olabilecek hasarları göz ardı etmektedir. Masaldaki çocuklar kendilerini korumak için şiddete başvuruyorlar. Fakat, şiddete şiddetle karşılık vermek hala tartışılsa da, yine de betimlemelerin farklı şekilde olması gerektiği kanısındayız.
Türk masalarında da tıpkı Alman masallarında olduğu gibi üvey baba ve özellikle de üvey anne faktörü olumsuzluk bağlamında masallarda önemli bir yer tutmaktadır. Eflatun Cem Güney tarafından derlenen masal kitabında "Sedef Bacı" adlı masalda, şehzade ile evlenen vezirin kızının üvey çocuklarına yapmadığı büyü ve kötülük kalmaz. Üvey kızı olan Sedef Bacıyı mahzene attırıp, işkenceler çektirir. Üç üvey oğlunu da kuşa çevirir. "Meğer kara vezir kızının sade on parmağı on kara değil, büyücülük de geliyormuş elinden... Önce, nasıl büyülemişse büyülemiş onları... Sabah sabah üç şehzadenin üçü de birer kuş olup kanatlanmasın mı? Kara yazılı bacıları neye uğradığını bilememiş." (GÜNEY, 1992, s.67) Sedef Bacı kardeşlerini büyüden kurtarmak için saraydan kaçar ve ayrık otundan kardeşlerine birer kazak örmeye başlar. Fakat suskunluğu yüzünden büyücülükle suçlanır ve ölümle cezalandırılır. "«Sükut ikrardır!» deyip büyücülüğüne hükmetmişler; «böylesi güzelin, güzelliği başını yesin» deyip, başını istemişler cellattan!" (GÜNEY, 1992, s.72) Bu acımasız sözleri söyleyen Sedef Bacıya ilk görüşte aşık olan prens, henüz çocuk denilecek yaştadır ve gözünü hiç kırpmadan başkalarının sözlerine güvenerek sevdiği kızın öldürülmesini emretmektedir. Küçük yaştaki çocukların bu tarz sorumlulukların üstesinden ancak başkalarının yardımlarıyla gelebilecekleri açık bir şekilde ifade edilmektedir. Fakat, ölüm fermanının bir delikanlı tarafından emredilmesi okuyucu üzerinde ne denli etkili olabileceği tartışma konusudur.
Her iki masalda da mutlu ve huzurlu bir ailenin düzeni, üvey annenin eve gelmesiyle bozulur. Üvey anne evdeki çocuklara istediği gibi davranmakta ve hatta onlara büyü bile yapabilmektedir. Çünkü babaları çocuklarına yapılan kötülükleri görmemezlikten gelmekte ya da olanlara seyirci kalıp boyun eğmektedir. İki masalda da üvey anne ve öz baba figürleri olumsuz yönleriyle sergilenmekte ve masalın hemen hemen tamamında kendini hissettirmektedir. "Hansel ve Gretel" masalındaki cadı kadın çocukları yiyebilmek için pişirmek ister, ama sonunda kendisi Hansel ve Gretel tarafından öldürülür. "Sedef Bacı"da ise, Sedef Bacı suskunluğu yüzünden prens tarafından başı kesilmek istenir, fakat son anda büyünün bozulmasıyla kurtulur. Her ne kadar "Hansel ve Gretel" masalın sonunda bir kişinin ölümüne sebep olsalar da, her iki masal da iyilerin başarısıyla sonuçlanmaktadır.
"Hansel ve Gretel" masalında olduğu gibi, Alman masallarında çocukların şiddete başvurarak kendilerini savunma durumu, sıkça görünmektedir. Herkes tarafından defalarca okunan ve okutulan ve Alman masallarının en ünlülerinden biri olan "Kırmızı Başlıklı Kız" daki kurt, büyükanneyi hiç çiğnemeden yutmakta ve babaanne kurdun midesinden hiçbir zarar görmeden tekrar çıkabilmektedir. Kırmızı Başlıklı Kız, kurdun karnını keskin bir bıçakla yarıp, midesine taşlar koyar ve tekrar diker. Bu arada kurttan hiçbir tepki gelmez, kurt bu işlemlerin yapıldığı an, ne uyanır ne de herhangi bir şey hisseder. Bu masalı okuduktan sonra bir çocuğun, insan ve hayvan vücudu hakkındaki düşüncelerini aklımıza getirmeye çalışalım: insanların ve hayvanların vücudunun çok sağlam olduğunu ve bayıltmadan da keskin bir aletle vücudu yarabildiğim düşünebilir. Hatta aynı işlemi arkadaşlarına ya da kardeşlerine de uygulamak isteyebilir.
Çeşitli masal kitaplarından derlenen 'Türk Masalları F de Naki Tezel, Türk masallarından biri olan "Kısmetimi Arıyorum" adlı masalda, bir dev ile büyülü bir kılıcın cinleri olan Araplar arasındaki kavgayı, tüm ayrıntılarıyla okuyuculara sunmaktadır. Birçok masallarda yer alan iyi ve kötü olan cinlerin kavgası bu masalda şu şekilde dile getirilmiştir: "Derken, korkunç bir boğuşma başlamış. Gökyüzü inliyor, toprak zangır zangır sallanıyormuş. Dev gibi on Arap, koca canavarı çok geçmeden altlarına almışlar. Birkaç dakika sonra, koca canavarın gövdesi cansız yere serilmiş, parça parça olmuş. Kanlar, şehrin sokaklarından nehir gibi akarken, Araplar da, üstleri, başları kıpkırmızı kan içinde dönmüşler, Acar'a doğru gelmeye başlamışlar." (TEZEL, 1992, s.51) Bu masal yazılırken, yukarıdaki betimlemenin okuyucu üzerinde ne gibi etki yaratabileceği üzerinde düşünülmediği bize göre apaçık ortadadır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Alman masallarında daha çok çocukların kendilerini ve sevdiklerini korumak amacıyla şiddete başvurmaları ele alınırken, Türk masallarında genellikle şiddet unsuru, olağan üstü özelliklere sahip olan devler ya da cinler tarafından uygulanmaktadır. Hem Alman masallarından olan "Hansel ve Gretel" de , hem de Türk masallarından biri olan "Sedef Bacı" da da üvey anne, üvey evlatlarına kötü davranan ve büyü gücü ile çeşitli hayvanlara çeviren biri olarak gösterilmektedir. Yani Alman ve Türk masallarında, üvey anne faktörü olumsuz yönleriyle alınmakta ve okuyucu üzerinde olumsuz etkiler bırakmaktadır.
Şiddet unsurunun yer aldığı masalların sayısı, biraz önce verdiğimiz örneklerle sınırlı değildir. Okuduğumuz birçok masalda şiddet unsuruna rastlamak mümkündür. Özellikle bu konu çocukları derinden etkilemektedir. Sorulması gereken asıl konu "ilk olarak sözlü anlatılan ve daha sonra yazılı edebiyatta yerini alan bu masallar nasıl ele alınmalı ve hangi yaştaki çocuklara okutulmalı?" sorusudur. Çocuklara okutulan ve/ya çocuklara okunan masalları seçerken daha dikkatli olunması gerekmektedir. Geleceğin yetişkinlerinin, şiddet unsuruyla dolu bir ortamda büyümelerini önlemek için, sunulan ve önerilen kitapları, önce ebeveynler okumalı ki sağlıklı bir nesil yetişsin.
KAYNAKÇA
BALCIOĞLU, İbrahim. Şiddet ve Toplum. İstanbul: Bilge Yayıncılık. Sosyoloji Dizisi 3, Bilge Yayınları 11, 2001.
BOSTANCI, Naci. "Virgül". İstanbul: Bileşim Yayınları, Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, Sayı 25, Aralık 1999.
GRIMM, Jacob - GRIMM, Wilhelm. Grimms Mârchen, Gesamtausgabe München: Gondrom Yayınları, 1970.
GÜNEY, Eflatun Cem. Masallar. Mersin: Kültür Bakanlığı Yayınları, Çocuk Edebiyatı Dizisi 43, 1992.
KEANE, John (Çev. PEKER, Bülent). Şiddetin Uzun Yüzyılı. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, 1998.
SEVER, Sedat (Edt.). 1. Ulusal Çocuk Kitapları Sempozyumu. Ankara Ankara Üniversitesi Basımevi, 2000.
ŞEYDA, Mehmet (Haz.). Türk ve Dünya Edebiyatından Seçmelerle Korku ve Şiddet Hikayeleri. İstanbul: Varlık Yayınları, Faydalı Kitaplar 155. 1975.
TEZEL, Naki (Haz.). Türk Masalları I. Mersin: Kültür Bakanlığı Yayınlan. Çocuk Kitapları Dizisi 127, 1992.S
Dip not: Bu makale, “I. Ulusal Karşılaştırmalı Edebiyat sempozyumu, 6-8 Aralık 2001 / Eskişehir: T.C. Osmangazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü, 2002 (editör, Ali Gültekin)” baskılı sempozyum makalelerinin derlendiği yapıttan alınmıştır. İzin alınması doğrultusunda yapılan girişimlerimize rağmen, konuyla ilgili yetkili şahıslara ulaşılamamıştır. Ve bilgilendirme açısından bu not gerekli görülmüştür. Devamı için>>
0 yorum:
Yorum Gönder